turk-dreamworld.com Sitesine Hoşgeldiniz.


2 sonuçtan 1 ile 2 arası
  1. #1
    Senior Member Hezekiel - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    491
    Total 'Thanks' Received by This User :
    2 Bu Konu icin
    256 Toplam

    Standart Sülûkun mertebeleri ve Yüz Mertebe..

    YAKAZA (Uyanık Olma Hali)

    Hak Teâlâ bir hadis-i kudsî'sinde Davud (as)'a hitaben şöyle buyurdu:
    "Ey Davud! Uyanık ol... Din kardeşine karşı yumuşak davran. Sana, benim isteğim doğrultusunda itaat etmeyene ve seninle muvafık olmayana dost ol ma. Çünkü o senin düşmanındır." Buradaki yakazadan (uyanıklıktan) murad, gaflet uykusundan kurtulmaktır. Ve cehaletten berî olmaktır. Salike evvela lâzım olan şey; gaflet uykusundan uyanması ve Hak için, onun rızası doğrultusunda kıyama kalkmasıdır. Nitekim Allah-u Teâlâ Habibine hitaben şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammed! Sen onlara şöyle de: 'Size birtek öğüdüm var. İkişer ikişer ve teker teker Allah'a yönelin. Sonra düşünün. Arkadaşınızda delilikten hiç bir eser yoktur. O, şiddetli bir azabın gelip çatmasından önce sizi uyaran bir peygamberden başka birşey değildir." (Sebe,46)

    Şurası hiç şüphesiz ki, insan, fıtratı icabı gaflet uykusuna ve bunun muktezası olarak da cehalete daha fazla meyyaldir. Canımız Hak ile uyanık olmazsa
    uyanıklık bizim için iki dağ arasındaki boğaz ve geçit gibidir
    . Resulullah efendimiz(sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardı: "insanlar uykudadır.Öldükleri zaman uyanırlar." Yani, insanlar ekseriya gaflet uykusudadırlar. Ve dinin emirlerini her dem uyanık olarak huzur-u kalb ile yeri ne getiremezler. Bir kimsenin kalbi ve ruhu uyanık ve bilgili olursa, o zahiren (görünürde) uyusa bile, o ehl-i tahkikin nazarında uyanıktır. Ve ona uyuyor denilmez. Zira onun uyuması, Hz. Peygamberin uyuması gibidir. Nitekim Hz. Peygamber(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Benim gözlerim uyusa bile kalbim ve ruhum Rabbimden haberdar ve uyanıktır." Ruhun ve kalbin bîdar (uyanık) olması ve bu uyanıklığın istikrarlı olarak devam etmesi için bir üstad'a ihtiyaç vardır. Onun va'z ve nasihatleri talip olan salikin ruhî melekelerini geliştirir. Bu gelişmelerle beraber kalbî inkişaflar zuhur eder. Bu zuhurlar saliki daima uyanık tutar. Bu sayede, salik, hangi derecede ve makamda olduğunu anlamakta güçlük çekmez. Hangi mertebede olduğunu müşahede etmesi onun
    aynı zamanda neye ihtiyacı olduğunu ve eksiğini nasıl kapatması gerektiğini ihsas eder. Uyanıklığın en makbulü, sâlikin nefsine ait fesâid ve mâsiyetleri görmesi ve onları izâle etmeye çalışması hususundaki uyanıklığıdır. Ve akabinde tevbe ve istiğfara koşabilme isteğidir.

    İsmail Ankaravî
    Konu Hezekiel tarafından (21.02.2012 Saat 10:16 ) değiştirilmiştir.
    Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol...Şefkat ve merhamette güneş gibi ol...Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol...Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol...
    Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol...Hoşgörülülükte deniz gibi ol...Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol...Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...
    Mevlâna Celâleddin-i Rûmî
    AlıntıAlıntı

  2. Teşekkür edenler:

    -=sezo=- (21.02.2012) , by_kernekli (20.02.2012)

  3. #2
    Senior Member yasinyurt - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Feb 2012
    Mesajlar
    235
    Total 'Thanks' Received by This User :
    3 Bu Konu icin
    187 Toplam

    Standart Cevap: Sülûkun mertebeleri ve Yüz Mertebe..

    SİLSİLE-İ Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim."

    Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."

    Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."

    Hem demiş ki: "Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."

    Öyleyse, tarik-i Nakşînin üç perdesi var:

    Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.İkincisi: Ferâiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.

    Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacip, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.

    Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur'ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.

    Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur'âniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım.

    Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehaletten gelse, izalesi kolaydır. Fakat dalâlet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşadla yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler kendilerini beğeniyorlar. Hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, i'câz-ı Kur'ân'ın mânevî lemeâtından olan malûm Sözleri, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.
    AlıntıAlıntı

  4. Teşekkür edenler:

    -=sezo=- (21.02.2012) , by_kernekli (21.02.2012) , Hezekiel (20.02.2012)

 

 

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Page generated in 1.711.647.730.63512 seconds with 14 queries Sayfa Boyutu (221372)