O kimse ki, Allah'ın hükmüne rıza duygusuna sahip olmayı di*ler, ona gerektir ki; ölümü düşünmeye devam ede! Ölümü düşün*mek, bela ve musibet acılarını hafifletir.

Nefsine, malına ve yavruna taraf çıkarak Hak Teâlâ'yı itham etme. Sana gereken; “Bu işi Rabb’im daha iyi bilir” demektir.

Sana düşen budur. Buna devam edersen, razı olmanın tadı sana gelir; uyar olmayı sevmeye başlarsın. Âfetlerin parçası da, aslı da temelden sökülüp gider. Onların karşılığı, nimet ve güzellik olarak sana gelir. Her ne zaman ki, uyar oldun ve bela içinde razı olmanın tadını aldın, her yandan ve her yerden nimetler sana doğru akmaya başlar.

Sana yazık oluyor, ey gafil, başkasını aramak suretiyle O'nu bı*rakma. O'ndan daha ne kadar rızık genişliğini dileneceksin? Olur ki, bu isteğin fitneler çeker. Hâlbuki sen O'nu anlayamazsın. Biz hay*rın hangi yolda olduğunu bilemeyiz. Bu sebeple sus; O'ndan razı ol*mayı dile. O'nun yaptığı işleri itirazsız kabul etmeyi bil. Diğer hâl*lerinde ise şükür yolunu tutmayı arzula. Şükür yolu tutulmadan, bol rızık istemek fitnedir. Sabır olmazsa rızkın darlığı da fitnedir. Şükür, elindekini artırır, seni Rabb’ine yakın kılar. Sabır ise, kalp cağına ve iman bağına kuvvet verir, manevî yolda yardım eder. Sabrın sonu çok hayırlı olur. Dünya ve âhiret iyiliği getirir. Hak Teâlâ'ya itirazda bulunmak, kalbi ve yüzü karartır. Hakk'a itiraz haramdır.

Ey cahil, Hakk'a itirazla meşgul olma, nefsini itiraza alıştırma. Hakk'a duacı olmaya bak. Nefsi duâ ile meşgul et ki, bela acılan gide. Afet ateşleri söne. Aksi hâlde sana yazık olur.

Ve ey iddiacı, senin hâline gelince, Hakk'ın iradesi, ilâhî rah*met hazinelerine vâkıftır. İlâhî rahmet ise o iradeye bağlıdır. O ira*deyi iste; iddiayı bırak. Eğer yolda yürümek istiyorsan, ona girme*den önce: “Hayrette kalanların delili, bana delil ol!” de.

Tecrübe yollu bir belaya uğrarsan ve sabırdan yana acı içinde olursan şöyle yalvar: “Allah'ım, bana yardım et, sabrımı arttır. Bu sıkıntılı hâli ben*den al.”

Ama vuslata erer ve vuslat hâli kalbinde yerleşirse, Hakk'ın ya*kınlık duygusunu bulursun; istemek kalmaz, dil yok olur; ama iş oraya varmakta. Belki de senin için, orada en uygunu sükût olur. Müşahede âlemine geçer, misafir olursun. Misafir herhangi bir iştihaya kapılmaz; iyi edepli olur ve oturur, önüne geleni yer; takdim edileni alır. Ancak “İştahlı ol!” denirse o dem emre uyar; iştah ve arzuya kapılır.

Bu arada kendine has bir arzuya kapılmaz. İnsan, herhangi bir şey*den ayrı olunca ister. Aradığı şeyi bulunca neyi isteyebilir ki? Susar.

Allah yolcuları, Hakk'ın zâtından başkasını bilmezler ve onlar için putlar yakılmıştır. Sebepler, onların kalbinden silinir. Onlar, günlerce, hatta aylarca yemeseler, içmeseler, aldırmazlar ve renkle*ri değişmez. Çünkü onların gıdasını Hak manen verir; hangi gıdayı arzu ediyorsa, o sevgili kullara yedirir. Herhangi bir kul, Allah sev*gisini iddia etse, sonra da başkasından dilense, sevgisinde yalancı olur.

Herhangi bir kimse, sevilmiş ve ermiş olursa ona, yakınlık de*recesi olan bir konuk muamelesi yapılır. Onun varlığı Hak varlığına karışır ve kendisine şöyle denir: “İstek duy; arzu ettiğini söyle. Hürsün, istediğini yaparsın. Se*ven tutulur. Sevilmiş olan hür olur. Seven için mahrumiyet olabilir,
sevilmiş için asla.”

Ona verilir. Kul sevgi içinde oldukça, şaşkınlık, dağınıklık, par*çalanmak, çalışmak daima karşısında durur. Hele çalışmak... Onun vazifesidir.

Gün gelir, nöbet değişir, sevme hali sevilmiş olursa, hakkında yürütülen hüküm de değişir. Naz devri başlar. Refah gelir. Sükûn hâsıl olur. Rızık genişler, kullar hizmetine koşar. Bunların hepsi, sev*gi hâlindeki sebatından ötürü verilir.

Hak Teâlâ'nın kuluna olan sahipliği ve sevgisi, bayağı bir kim*senin diğerine olan sevgisine ve sahip olmasına benzemez. Rabb’imiz Aziz ve Celil'dir. O'na benzeyen yoktur. Gören ve işiten O'dur. O, in*sanlar anlasın diye birçok misaller getirir.

O'ndan anlayış isteyin ve kalplerinizin O'nunla hoş olmasını taleb edin. Çünkü kalp güzelliğini dilediği kimseye bolca ihsan eder. O dilediği kimse için, kalbe dair gıdaları çoğalır.

Allah Teâlâ'nın sevdiği kullar arasında birinci gelenin öyle ge*niş kalbi vardır ki, semâ ve zemin bütünü ile oraya konsa, yine boş*luk kalır.

O kimsenin kalbi, tıpkı Musa Peygamber’in asasına benzer. Mu*sa Peygamber’in asası ilk zamanda bir hikmet eseri idi; sonra kudret eseri oldu. Musa, yükünü taşıyamadığı zaman ona yüklerdi. Yürü*mekten yorulduğu zaman yine o asaya binerdi. Musa'ya, oturma hâ*linde ve uykuda bir eza gelse, o asa def ederdi. Bir meyve dilerse, he*men ondan alır yerdi. Güneşte uyuduğu zaman ona gölgelik ederdi. Allah Teâlâ kudretini ona asada gösterdi. Ve o vasıta ile Musa'ya ünsiyet ve ülfet hâlini bahşetti.

Vakta ki, Hak Teâlâ Musa'yı peygamber etti, ona yakınlık verdi, konuştu ve birçok şeyler teklif etti. Hak Teâlâ ile arasındaki konuşma şöyle oldu:

“Elindeki ne ola, yâ Musa?”

“Asamdır; ona dayanırım, koyunlarıma yaprak dökerim ve onunla daha birçok işlerim var.”

“Onu yere at, yâ Musa!”

Onu yere attı; aniden korkunç bir yılan oluverdi. Ondan kaçma*ya başladı. Bu kez, Hak Teâlâ şöyle buyurdu:

“Onu al, korkma; yine eski hâline çevireceğim.” (Tâhâ, 20/17-21)

Hak Teâlâ'nın böyle yapmasından kastı, kudretini peygamberi*ne göstermek. Firavun'un fâni mülkünü, peygamberinin gözünde küçültmek idi. Firavun ve kavmine karşı nasıl harp edileceğini öğ*retmekti.

Hak onların katli için Musa'yı hazırladı ve harika olan birçok âdetleri ona öğretti. Musa Peygamber’in kalbi, ilk devrede dardı ve gönlü sıkıntılı idi. Ona peygamberlik verdi, bilgi öğretti, kalbini açtı.

Ey cahil, kudreti böyle olan, isyan edilir ve unutulur, öyle mi?

Seni unutmayanı unutma. Bir an bile senden uzak olmayan için gaflete düşme. Ölümü düşün, ölüm meleği, bütün canlıların ruhu*nu almak için Hakk'a vekâlet eder. Gençliğin, malın ve bugün için*de bulunduğun bolluk seni aldatmasın. Yakında bütün bunlar elin*den çıkacak.

Tembelliğini düşün; şu güzel günleri boşa harcadığını hatırla; pişman olacaksın, ama faydası olmayacak. Yakında ölürsün ve söz*lerimi kabirde hatırlarsın. O kabirde benim için dersin: “Yanında olsaydım onun ve sözlerini dinleseydim... Ah!..”

Dünyada ve âhirette benimle olmak dilersen, sözlerimi dinleme*ye ve amel etmeye çabala. Sözlerimin faydasını almak dilersen hak*kımda iyi düşün. Nefsinden başka herkes için iyi zanda bulun. Nef*sin kötülüğünü düşün. Böyle yaparsan fayda bulur, yararlı hâle ge*lirsin. Başkaları da senden faydalanır.

Hakk'ın zâtından gayri şeylerle olduğun süre, dertten ve keder*den salim olamazsın. Şirkten ve ağır yükten kurtulman kabil olmaz. Halkı kalbinden at, Hak'la bir ol. Göreceksin ki, hiç kimsenin ha*tırlamadığı, hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın ismini duyma*dığı şeyler sana verilmiştir.

Mademki bu kötü hâldesin, işlerin hiç tamam olmaz. Ne yazık ki, temel sağlam değil. O temel bir mezbele hâline gelmiş; işlerin onun üzerinde yükselmekte.

Allah'a dön. Bulunduğun uygunsuz hâlin değişmesini O'ndan is*te... İçinde bulunduğun dünyalık talebinin ve âhirete dair şeylerin gitmesini Hak'tan dile...

Yazık, Hak Teâlâ senin için fakri daha iyi buluyor. Hâlbuki sen, zengin olmak için çırpınırsın. Bilmiyorsun, Hakk'ın seçtiği şeyi kötü görmektesin. Bu ne hâldir? Hak Teâlâ'nın seçtiği şeyleri kötü gören*ler, nefis, şeytan, kötü arzu, iyi olmayan arkadaşlardır. Bunları bı*rak. Çünkü bunlar, Allah'ın arzusuna uymaz. Onlara sakın uyma. Onlara ne dönüp bak, ne itirazlarına aldırış et. Onların Hakk'a da*rılmasına bakıp onlar gibi olma. Kalbine ve iç âlemine dön, O ne der*se öyle yap. Kalp ve sır, iyiliği söyler, kötülüğü yasak eder. Bugün içinde bulunduğun fakirlik hâline dayan; ona sabırla dayanman zen*ginliğin tâ kendisidir. Bu hâl masumluk hâlidir. Sen onu takdir edemezsin. Arzu ettiğin şey karşına çıkarsa, belki hatalarla dolar ve he*lak olursun. Hak seni fakir ederse, hatalara karşı âciz olur, bir şey yapamazsın. Haberin olmadan Hak seni esirgemiş olur.

Hakk’ın arzusu üzerine sabra devam edersen, O'nun katında sa*na öyle iyilik olur ki, onu saymaya ve anlamaya gücün yetmez. Hatta Hakk’ın arzusuna uyman sonunda alacağın kazancı, bütün yer ehli toplansa yine hesaplayamaz.

Acelecisin. Acele eden kimse, eline ne gibi şeylerin gireceğini bi*lemez, ne istediğini anlayamaz. Aceleyi şeytan verir. Dikkatli hare*ket, Hak tarafından ilham olunur. Aceleci olursan şeytanın askeri olursun, onun birliğine girersin. Olanlara uyar, bulunduğun hâle se*batla bakar, sabra devam edersen, Rahman'ın askeri olur, Hak top*luluğuna katılırsın.

Takvanın iç yüzü, Hakk'ın fiil tecellisine uyarak emrini yapmak, O'nun “yapma!” dediği şeyleri yapmamak... O'nun bütün işlerine, kaderine ve sair belalarına, afetlerine sabretmektir.

Siz yalnız halksınız, her yanınız nefis olmuş. Tabiatla dolmuş*sunuz. Ne Allah Teâlâ'dan, ne de O'nun irfan sahibi kullarından haberiniz var. İrfan sahiplerine nispetle siz deliler gibisiniz. Onlar akıl sahibidirler. Onların Hak uğrunda cinnete tutuldukları olur. Hak uğrunda cinnete düşenin hâli had safhaya varınca o hâlden kurtu*lur. O bir harekettir. Hareketin sonunda sükûn gelir. Hastalık gider, yerini sıhhat ve hikmet alır.

Sen âhiretten ayrı ve dünya ile dolusun. Hâlin beni üzüyor. He*le sâlih kullarla arandaki fark beni düşündürüyor. Hele onların mec*lisini bırakıp indî görüşünle yetinmen, beni ne hâle getiriyor, bir bil*sen... Bilmiyor musun ki, görüşü ile giden mutlak batar. Hiçbir âlim yoktur ki, bir başka âlime muhtaç olmasın, ilminin artmasını iste*mesin. Hangi ilim sahibi olursa olsun, mutlaka ondan daha âlim var*dır. Hak şöyle buyurur: “Size, ancak ilimden azı verildi.” (el-İsrâ, 17/85)

Sana o büyüklerin topluluğu lâzımdır. Ve onların erdiği Sevad-ı A’zam makamı gerektir, onu ara... Hakikî yola gir. Yolun hakkını ödemek için uyar ol, ayrılığı bırak.

Uyunuz; Hakk’ın emri dışında yeni icatlar çıkarmaya kalkmayı*nız. Yeterlik hâlini böyle bulursunuz. Bu yola, nefisle ve kötü arzu ile gidilmez. İlim ve hikmet bu yolun malzemesidir. Gücü, kuvveti terk etmek bu yolun icabıdır. Bu yolda cehalet göstermek olmaz. Tes*lim olmak, O'nun önünde serilip kalmak, acele etmemek, teenni sahibi olmak, bu yola girenler için elzem olur. Bu hâl öyle bir şeydir ki, acele ile olmaz. Yola giren bir tutanağa ve er kişiye muhtaç olur. Sabır, güçlüğe dayanma ve mücahede, bu yolun gerçeğidir.

Üzerinde taşıdığın ağır yükü vermen ve marifet âlemine geç*mek için irfan sahipleri ile olman gerekir.

Bir zaman, o zâtın dizinde yoluna devam edersin. Rahatsız olur*san sırtına alır, arkasına alır, yola devam ettirir. Sevgi ehli isen ar*kada gidersin. Sevilmiş biri isen önde ve köşkte yürürsün; öbürleri senden sonra gelir. Bu hâli ancak tadan bilir.

Ehliyet sahibi kimselerle oturmak bir nimettir. Ağyar ile otur*mak, beladır ve sıkıntılıdır. Hele nifak ehli arasında oturmak...

Sana her an için vazife olan, Hak yakınlığını düşünmek ve dai*ma onu murakabe etmek... Hakk’ın ve halkın hakkı olanı nefisten is*temek... Nefsin yapması vacip olan şeyi yaptırmak...

Dünya ve âhiretin hayrını bilmek dilersen, bunun yolu, Hak Teâlâ'nın seni iyi bildiğini düşünmek ve nefsi amele koşmaktır, derim. Nefisten, Allah'ın emirlerini yapmasını iste. Yasaklarından kaçması*nı talep et.

Âfetler geldiği zaman, onu sabra alıştır. Kaza ve kaderin hükmü gelince razı olmayı ona öğret. Nimet geldiğinde ise şükrü bellet. Bun*ları yaparsan, Hak yolda önüne çıkan mâniler zail olur, Hak yoldaki sohbetin iyi bir istikamete girer. Yolunda iyi arkadaş bulur, yardım*cıya rastlarsın. Ve öyle bir hazineye kavuşursun ki, hangi yöne dönsen o seni takip eder. Artık o hazineye erdikten sonra aldırma, ne*rede olursan ol. Çünkü sen, yitirdiğini aynı yerde bulursun. İlim, hik*met, kader, ins, cin, melek, sana hizmetçi olur. Allah'tan korktuğun için her şey senden çekinir. Allah'a itaat ettiğin için her şey sana itaat eder.

Allah'tan korkan kimseden her şey korkar. Allah'tan korkma*yan, her şeyden ürker. Allah'a hizmet edene herkes hizmet eder. Allah, hiç bir kulun yaptığını karşılıksız bırakmaz.

Ne edersen onu bulursun. Nasıl olursanız idarecileriniz de öyle olur.

Allah'ım, bize keremle, ihsanla, hatalarımızdan geçmekle mua*mele eyle... Dünya ve âhirette bize lütuf ver. “Dünyada iyilik ihsan eyle, âhirette yine iyilik ver. Ve bizi ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

İlahi Armağan