turk-dreamworld.com Sitesine Hoşgeldiniz.


3 sonuçtan 1 ile 3 arası
  1. #1
    Senior Member Hezekiel - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    491
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    256 Toplam

    Standart İlim Öğrenme'nin Fazileti

    İlmin Fazileti Ayetler

    Allah kendisinden başka ilah olmadığına adaletle şehadet etti. Melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına şehadet ettiler. (âlu İmran/18)

    Dikkat edildiğinde görülecektir ki, bu ayette Allah Teâlâ (c.c) önce zât-ı ulûhiyetinden başlayarak birliğine şehadet etmekte, ikinci olarak melekleri, üçüncü olarak da âlimleri bu gerçeğe şahid göstermektedir. Bu ise, ilmin ve âlimin yüceliğini gösteren çok büyük bir delildir. Bu şeref âlimlerin faziletini anlatmak hususunda yeterli ise de, biz delil getirmeye devam edeceğiz.

    Allah da sizden inananları kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. (Mücadele/İl)

    Âlimlerle cahiller hiç bir olur mu? Bunu ancak akl-ı selim sahipleri düşünürler.(Zümer/9)

    Allah'tan tam mânâsıyla ancak âlimler korkar.(Fâtır/28)

    De ki: 'Benimle sizin aranızda Allah Teâlâ'nın ve Kitab'ın ilmine sahip olanların şahidlik etmesi yeter'. (Ra'd/43)

    Kitab'dan bir ilme mazhar olan zat 'Sen gözünü kapayıp açıncaya kadar ben sana onu (Belkıs'ın tahtını) getiririm' dedi.(Neml/40)

    Kitab'dan bir ilme mazhar olan zat, ilmin nelere kâdir olduğunu göstermek için Hz. Süleyman'a böyle hitap etmiştir.

    İlim ve irfana mazhar olanlar ise şöyle dediler: 'Yazıklar olsun sizlere! İman edip, salih ameller işleyen kimseler için Allah'ın sevap ve mükâfatı daha hayırlıdır'. (Kasas/80)

    Allah Teâlâ bu ayette âhiretin kıymetinin ancak ilimle bilineceğini anlatmaktadır.

    Biz bu misalleri insanlara beyan ve îrad ediyoruz. Bunları hakkıyla ancak ilim ve iz'an sahipleri idrâk ederler.(Ankebût/43)

    Eğer aldıkları malûmatı peygambere, emir sahiplerine (âlimlere) bildirseydiler, onlar vâkıaları tedkik ve tahkik ederek, bunların açıklamaya veya gizlemeye layık olup olmadıklarını bilirlerdi. (Nisâ/81)

    Allah Teâlâ bu ayette olayların yorumunu âlimlerin istihrac ve istinbatına bırakmakta ve böylece onların mertebelerinin nedenli büyük olduğunu ve bu mertebenin peygamberler mertebesine nasıl ilhak olunduğunu bildirmektedir.

    Ey Âdemoğulları! Sizler için avret yerlerinizi örtecek elbise ve ziynet eşyası var ettik. Ancak takvâ elbisesi daha hayırlıdır. (A'raf/27)

    Bazı âlimler bu ayette geçen avret yerini örten elbise ile ilmin, ziynet ile yakîn mertebesinin, takvâ elbisesi ile de hayat mertebe sinin kastedildiğini söylemişlerdir.

    Onlara ilim üzere tafsil ettiğimiz bir kitab getirdik.(A'raf/52)

    Elbette herşeyi bilerek onlara nakledip haber vereceğiz! (A'raf/7)

    Hayır! O (Kur'an), kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde bulunan açık açık ayetlerdir.(Ankebût/49)

    Rahman olan Allah, Kur'an'ı öğretti, insanı yarattı, ona beyanı öğretti.(Rahman/1-4)

    Allah Teâlâ bu hakikati insana minnet etmek kabilinden böylece ifade buyurmuştur.

    Hadîsler

    Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmuştur:

    Allah bir kulu için hayrı murad ettiğinde, onu dinde Allah'tan korkan bir âlim yapar. Ona kendisini doğru yola ***ürecek akıl ve idrâk verir.

    Âlimler peygamberlerin varisleridir.

    Peygamberlik derecesinden daha üstün bir mertebenin bulunmadığı herkesin malûmudur. Demek ki bu mertebeye vâris olmak, şereflerin en büyüğüdür.

    Yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlûkat, âlim bir kimsenin affedilmesi için Allah'a yalvarırlar.

    Yerlerde ve göklerdeki tüm mahlûkatın kendisi için Allah'tan af dilediği bir kimsenin mertebesini bir düşünün! Bundan daha büyük bir mertebeye ulaşması mümkün mü insanoğlunun?

    Alim kendi işleriyle meşgul olduğu halde, yerlerin ve göklerin sâkinleri de onun affı için istiğfar etmekle meşgul olmaktadırlar. Bir insan için bundan daha büyük bir şeref düşünülebilir mi?

    Hikmet (ilim), şerefli bir insanın şerefine öyle büyük bir paye ilâve eder ki köleleri, sultanların seviyesine çıkarıncaya değin yükseltir.

    Hz. Peygamberin 'Köleleri sultanların seviyesine çıkarır' buyurmakla ilme nasıl bir paye verdiğini görüyorsunuz! İlmin bu dünyada vereceği neticeler bile bu kadar değerlidir. Dünyada kazandırdıkları ahiret hayatına nisbetle bir hiçtir. Çünkü ahiret hem dünyadan sayısız derecelerle daha üstündür, hem de ebedî dir.

    İki iyi haslet vardır ki, bu hasletler hiçbir münafıkta bulunmaz: Birincisi güzel ahlâk, ikincisi dinde derin bilgi (fıkıh) sahibi olmak.

    Günümüzün bazı fakihlerinin münafıklığı, sizleri bu hadîs hakkında şüpheye düşürmemelidir; zira Hz. Peygamber, günümüzdeki anlamıyla fıkıhtan söz ediyor değildir. Onun fıkıh ile kastettiği anlam, günümüzdeki anlamından çok uzaktır. Nitekim kitabımızın ilerideki bölümlerinde bu anlam ortaya konacaktır. Fıkh'ın en küçük derecesi, ahiretin dünyadan daha hayırlı olduğunu bilip, bu gerçeğe göre hareket etmektir. Fakih olan kimsede bu türden bir vasıf olduğu takdirde; bilgileri doğru olur, üzerinden her türlü riya hâli kalkar ve nifak tehlikesinden kurtulur.

    İnsanların en faziletlisi o mü'min âlimdir ki, kendisine ihtiyaç olduğunda yardım eder. Halk kendisinden kaçtığında ilmiyle yetinerek vakarlı davranır.

    İman çıplaktır; onun örtüsü takva, süsü hayâ ve meyvesi ilim'dir.

    İnsanlar arasında nübüvvet makamına en yakın kimseler, ilim ve cihad ehli olan kimselerdir. İlim ehli olanlar, halkı peygamberlerin getirdiği ilahî nizâma yönelttiler. Cihad ehli olanlar ise, peygamberlerin getirdiği bu ilahî nizâmı kılıçlarıyla korumak için cihad ettiler.

    Bir kabilenin ölümü, bir âlimin ölümünden ehvendir.

    İnsanlar, altın ve gümüş gibi farklı değerler taşıyan madenlere benzerler. Dinde derin ilim (fıkıh) sahibi olmak şartıyla; cahiliye döneminde hayırlı olanları, İslâm'a girdikten sonra da (insanların) hayırlılarıdır.

    Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi, şehidlerin kanıyla tartılır.

    Ümmetime ulaştırmak üzere kırk hadis ezberleyen kimseye kıyamet gününde hem şefaatçı, hem de şahid olurum.

    Allah Teâlâ, dininde bilgi sahibi olan kimseyi korur ve ummadığı yerden ona rızık verir.

    Allah Teâlâ Hz. İbrahim'e şöyle vahyetti: Ey İbrahim! Ben alimim ve alîm olan her kulumu severim.

    Âlim kimse, Allah Teâlâ'nın yeryüzündeki emin kuludur.

    Ümmetimden iki sınıf ıslah olursa herkes ıslah olur, onlar fesada düşerlerse onlarla birlikte herkes fesada düşer. Bunlar yöneticiler ile âlimlerdir.

    Beni Allah'ın rahmetine yaklaştıracak bir ilim (ve amel) sahibi olmamı temin etmeyen bir günün üzerime doğmasında benim için bir hayır yoktur.

    Âlimin âbide üstünlüğü, benim, ashabımın en düşük derecelisine olan üstünlüğüm gibidir.

    Bakınız ki. Hz. Peygamber ilim. mertebesini, nasıl da nübüvvet mertebesine eşit tutmakta ve ilimsiz amelin derecesi ne kadar düşük olmaktadır.

    Şayet âbid, eda ettiği ibadetin ilminden mahrumsa, onun ibadetinin hiçbir anlamı olmadığı gibi, böyle bir amelin kişiye hiçbir yararı da dokunmaz.

    Âlim'in âbide üstünlüğü, ondördünde bulunan ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.

    Kıyâmet gününde üç sınıf insan şefaat edebilecektir: Peygamberler, âlimler, şehidler.

    Nübüvvet makamının hemen ardından gelen ve şehidlik mertebesinden bile üstün olan ilmin mertebesi ne büyük bir nimettir!

    Allah Teâlâ'ya din hususunda ilim sahibi olmaktan daha üstün bir şeyle ibadet olunmuş değildir. Şeytan için bir tek fakih(i aldatmak) bin âbid(i aldatmak)tan daha zordur. Herşeyin bir temeli vardır. Bu dinin temeli ise ilimdir.

    Dininizin en hayırlı tarafı en kolay olanıdır. İbadetlerin en hayırlısı ise ilimdir.

    Âlim olan mü'min, âbid olan mü'minden yetmiş derece daha faziletlidir.

    Ey ashabım! Sizler fakihleri çok, kurrâsı (Kur'an hafızları) ve hatipleri az, (ilim) isteyenleri seyrek, fakat (ilim) verenleri çok olan bir zamanda bulunuyorsunuz. Bu zamanda salih amel işlemek, ilim yapmaktan daha hayırlıdır. Fakat insan ların üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, fakihleri az, hatipleri çok, (ilim) verenleri seyrek, (ilim) isteyenleri ise çok olacaktır. İşte böyle bir zamanda ilim (sahibi olmaya çalışmak) her ibadetten daha hayırlıdır.

    Alim ile âbid arasında yüz derece fark vardır. Bu dereceler den her biri arasında iyi beslenmiş bir koşu atının hızıyla yetmiş yıllık bir mesafe vardır.

    Hz. Peygamber'e amellerin hangisinin daha üstün ve efdal olduğu sorulduğunda, şöyle cevap verdi: 'Allah'ı bilmek'. Ne tür bir bilgiyi kastettiği sorulduğunda, yine 'Allah'ı bilmek' diye cevap verdi. Ashab 'Biz amelden soruyoruz, siz ise ilimden haber veriyorsunuz' diye itiraz edince, Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: [I]'Allah'ı bilerek yapılan amel ne kadar az olursa olsun insana fayda verir. Allah'ı bilmeksizin yapılan ameller ise, insana bir fayda sağlamaz'.[/I]

    Kıyamet gününde Allah Teâlâ bütün kullarını diriltip mahşere getirdikten sonra, âlimleri de diriltip getirir ve onlara hitaben şöyle buyurur: 'Ey âlimler zümresi! Sizi iyi bildiğim için size ilim sıfatımı emanet ettim. Size ilmimi sizleri azaba uğratmak için vermedim. O halde nimetlere koşun; zira hepinizi affettim'.

    Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri

    Hz. Ali, talebesi Kumeyle şöyle demiştir: 'Ey Kumeyl! İlim maldan daha hayırlıdır. Çünkü ilim seni, sen ise malı korursun. İlim hâkim, mal ise mahkûmdur. İnfak malı azaltır, ilim ise artırır'.

    Yine Hz. Ali şöyle buyurmuştur: 'Âlim bir kimse, gündüzleri sürekli oruç tutan, geceleri ise ibadet edip, tüm zamanını cihada sarfeden bir kimseden daha üstündür. Alim bir kimsenin ölümüyle açılmış gediği, yine aynı büyüklükte bir başka âlim doldurabilir'.

    Hz. Ali bir manzumesinde şöyle demektedir: İnsanlar bedenleri itibarıyla birbirlerine eşittir. Babaları Adem, anaları ise Havva'dır. Eğer soylarında soplarımızda bir iftihar vesilesi arıyorlarsa, bilsinler ki asılları çamur ve sudan ibarettir. İlim er babı, hidayet arayanlara hidayet vesilesi olur. Her insanın kıymeti bilgisiyle ölçülür. Cahiller ise, ilim erbabının en amansız düşmanlarıdır. İlmi elde etmeye çalış ve ilmin nerelerde kullanılacağını mutlaka bil! Bütün insanlar ölürler, ancak ilim ehli olanlar yaşarlar'.

    Ebu Esved ed-Düelî söyle demiştir: 'Dünyada ilimden daha üstün ve daha aziz hiçbir şey yoktur. Çünkü sultanlar halka hükmederlerken, âlimler de sultanlara hükmederler'.
    İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: 'Hz. Süleyman'a ilim, mal ve saltanat arasında istediğini seçmek hakkı verildiğinde, o bu üç nimet arasından ilmi seçti. Onun için Allah Teâlâ kendisine malı da, saltanatı da verdi'.

    İbn Mübârek'e kâmil insanların kim oldukları sorulduğu zaman, âlimler diye cevap vermiş, gerçek sultanların kimler oldukları sorulduğunda, zâhidler demiş ve en aşağılık insanların kim ler oldukları sorulduğunda ise dünyaları için dinlerini satan kimseler cevabını vermiştir. Dikkat edilecek olursa İbn Mübârek, âlim ler dışındakileri kâmil insan mertebesine koymamaktadır. Çünkü, insanı hayvandan ayıran özellik sadece ilmidir. İnsan, kendisine şeref kazandıran vasfıyla ancak insan sayılabilir.

    İnsanın şerefi, kuvvetinden gelmez. Öyle olsaydı develerin daha üstün olması lâzım gelirdi; zira develer insandan daha güçlüdürler. Cüssesinin büyüklüğünden de değildir; zira filler insanlardan daha cüsselidir. Şerefi cesur oluşundan da kaynaklanmaz; zira ormanlardaki yırtıcı hayvanlar insandan çok daha cesaretlidirler. Fazla yemek yemesinden de ileri gelmez. Öyle olsaydı öküzlerin daha şerefli olmaları gerekirdi; zira midesi çok büyük olan canlılardan biri de öküzdür. Fazla cinsî münasebette bulunmasından da değildir; zira küçücük kuş bile cinsî kudret hususunda insanoğlundan daha güçlüdür. Kısaca bunların hiçbiri insana şeref vermez. İnsana şeref veren şey sadece ilimdir!

    Bazıları şöyle demişlerdir: 'İlmi elinden kaçıranın ne kazandığını bir bilseydim ve ilmi elde edenin de ne kaçıracağını bir bilseydim'.

    Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

    Kur'an bilgisine sahip olan bir kimse, başkasının maddî servetini daha hayırlı görürse. Allah'ın büyük gördüğünü küçük görmüş olur.

    Ebu Muhammed Feth b. Said el-Mevsılî şöyle demiştir: 'Hasta yemek, içmek ve tedavi edilmekten menedilirse ölmez mi? Elbette ölür. İşte kalp de aynen bir hasta gibi, üç gün üst üste ilim ve hikmetten mahrum olursa (mânen) ölür'.

    Feth el-Mevsılî (Allah rahmet eylesin) ne de doğru söylemiştir! Gerçekten de kalbin gıdası ilim ve hikmettir, tıpkı bedenin yaşamasının gıda almasına bağlı olduğu gibi, kalbin yaşaması da ilim ve hikmete bağlıdır. İlimden mahrum bir insanın kalbi hem hastadır, hem de mânen ölüdür. Üstelik dünya sevgisi ile mal düşkünlüğü ilimsiz kişiyi öyle bir hale getirir ki, bütün hislerini dumura uğratır! Korku, yaranın acısını geçici bir zaman için nasıl engellerse, o kişi de artık bu büyük felâketi idrâk etmekten yoksun kalmış demektir! Böyle insanlar işte bu hâle gelir. Fakat ölüm gelip çattığında ve onun dünya yükünü sırtından aldığında, kişi o zaman felakette olduğunu bütün dehşetiyle görür ve fevkalâde müteessir olur. Tıpkı sarhoşken veya korku içindeyken aldığı yaralardan sızı duymayan bir insanın, ayıldıktan veya korkudan kurtulduktan sonra yaralardan duyduğu sızı gibi, onun o anki pişmanlığı da kendisine fayda vermez. Perdeyi kaldıran günün dehşetinden Allah'a sığınırız!

    İnsanoğlu uykudadır, öldükten sonra uyanır, daha önce yaptıklarının karşılığını görür ve fakat iş işten geçmiştir artık!

    Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Âlimlerin kaleminden damla yan mürekkep, şehidlerin kanıyla tartılır; ve o kanla tartılan mürekkep, temiz kandan daha ağır gelir'.

    İbn Mes'ud şöyle demiştir: İlim büsbütün çekilmeden ilme sarılın! İlim ancak ilmi yayanların eksilmesiyle ortadan kalkar. Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda şehid olarak öldürülen kimseler; âlimlerin âhiretteki mertebelerini gördükleri zaman, hemen Allah'tan kendilerini tekrar diriltip âlim yapmasını isterler. Hiç kimse anasından âlim olarak doğmaz. İlim ancak çalışıp öğrenmekle elde edilen bir nimettir'.

    İbn Abbas şöyle demiştir: 'Bence gecenin bir ânında ilim üzerine sohbet etmek, o gecenin tamamını namaz kılmakla geçirmek ten daha faziletlidir'.

    Hasan Basrî 'Ey rabbimiz! Bize dünyada da hasene ver, ahirette de hasene ver! Bizi cehennem azabından koru!' ayetinin tefsirinde şöyle demektedir: 'Bu ayette geçen dünyadaki hasene, ilim ve ibadet'i içine alır. Ahiretteki hasene ise cennet demektir'.

    Hikmet ehlinden bir zâta 'Bu dünyada neyi sermaye edinmek daha kârlıdır?' diye sorulduğunda, 'Gemi battığı zaman gemiyle birlikte batmayan ve seninle kalan şeyi sermaye edin!' buyurmuştur. O bu sözleriyle ilmi kasdediyordu. Çünkü ilim insanın zihninde olduğu için oradan kaybolup gitmez, her daim insanla beraberdir. 'Geminin batması' insanın ölümüyle te'vil edildiğine göre, kendisiyle kalacak sermayenin de, ilim olduğu anlaşılır.

    Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: 'Hikmeti kendisine gem edinen bir kimseyi, halk kendisine rehber edinir. Hikmete vukufiyetiyLe tanınan kimseye ise bütün insanlar tâzim ve hürmet ederler'.

    İmam Şâfiî 'İlmin özelliğinden birisi de, az da olsa ondan payı olanlar sevinirler, olmayanlar ise mahzun kalırlar' demiştir.

    Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Ey insanlar! İlmi talep edip, öğrenin. Çünkü Allah'ın çok sevdiği bir elbise vardır ve o elbiseyi ilmi arayan ve aradığını bulan kimselere giydirir. Allah'ın giydirmiş olduğu o elbiseyi giyen kimse, o elbise sırtında iken ne günah işlerse işlesin Allah Teâlâ, sevdiği elbiseyi sırtından almamak için o kimseye üç kere tevbe etmesi için teklifte bulunur. Günah yolunda ölüme kadar devam etse bile, o elbise sırtmdayken hiçbir zaman günahlardan dönme yolu kapanmış değildir o kimse için...'

    Ebu Bekir el-Ahnef b. Kays b. Muaviye 'Âlimlerin hepsi neredeyse padişah olacaklardı. İlimle takviye edilmemiş bütün izzetlerin sonu zilletten başka birşey değildir' demiştir.

    Sâlim b. Ebi Elca'd şöyle anlatır: 'Efendim beni üç yüz dirheme satın aldı ve sonra da azad etti, âzad olduktan sonra ne iş yapacağım diye kendi kendime düşünmeye başladım. Neticede ilimle uğraşmaya karar verdim. Aradan bir sene geçmeden içinde yaşadığım şehrin valisi beni ziyarete geldi ve fakat ben müsait olmadığım için içeri girmesine izin vermedim, o da çekip gitti'.

    Zübeyr b. Ebî Bekir şöyle demiştir: Pederim bana Irak'tan mektup yazıyor ve mektuplarında şöyle diyordu: 'Oğlum ilim öğren! Zira fakir düşersen ilim senin için en kıymetli maldır. Eğer zengin olursan ilim senin için güzellik ve cemâldir'.

    Hz. Lokman'm oğluna yaptığı tavsiyelerde de bu gibi nasihatlar vardır. Nitekim oğluna şöyle nasihatta bulunmuştur: 'Ey oğul! Âlimlerle beraber otur. Dizini onların dizlerine bitiştir; zira Allah Teâlâ yeryüzünü rahmetiyle diriltip yeşerttiği gibi, ilim de insanoğlunun kalbini öylece diriltip yeşertir'.

    Filozoflardan biri şöyle demiştir: 'Âlim bir kişi öldüğü zaman sudaki balıklardan tutun da, havadaki kuşlara kadar bütün hayvanlar matem tutup ağlarlar'.

    Bu sözü destekleyen bir hadisi İbn Neccar Hz. Enes'den rivayet eder: 'Âlimler için, öldükleri günden kıyâmet gününe kadar denizdeki balıklar bile af talebinde bulunurlar'. Gerçekten de ölen âlimin sadece yüzü unutulur, fakat kendisi hiçbir zaman unutulmaz, adı daima anılmaya devam eder.

    Zührî şöyle demiştir: İlim erkektir (büyüktür). Onu ancak er kekler (büyükler) sever'.

    İmam Gazali
    Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol...Şefkat ve merhamette güneş gibi ol...Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol...Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol...
    Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol...Hoşgörülülükte deniz gibi ol...Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol...Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...
    Mevlâna Celâleddin-i Rûmî
    AlıntıAlıntı

  2. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (26.03.2012)

  3. #2
    Senior Member Hezekiel - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    491
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    256 Toplam

    Standart Cevap: İlim Öğrenme'nin Fazileti

    Ayetler

    Her kabileden bir cemâatın dini iyice öğrenmeleri gerekmez miydi? (Tevbe/122)

    Eğer bilmiyorsanız, ehl-i zikre sorunuz! (Nahl / 43)

    Hadîsler

    İlim tahsil etmek maksadıyla yollara düşen kimseye Allah Teâlâ cennete giden yolu gösterir.

    Melekler ilim yolcusunun hâlinden râzı oldukları için kanatlarını onun ayakları altına sererler.

    İlimden bir bölüm öğrenmen, yüz rek'at namaz kılmandan daha hayırlıdır.

    Kişinin ilimden öğrendiği bir bölüm, onun için dünya ve dünyadakilerin tümünden daha hayırlıdır.

    İlim Çin'de de olsa bulup öğrenin!

    İlim öğrenmek her müslümana farzdır.

    İlim hazinedir. Bu hazinenin anahtarı soru sormaktır. Sormaktan çekinmeyin; zira ilmin sorulmasından dört kişi birden mükâfat kazanır: Soran, cevap veren, onları dinleyen, onları seven!

    Câhil, cehaletine razı olup durmasın. Âlim de ilmini susmak suretiyle saklamasın!

    Bir âlimin (ilim okuttuğu) meclisinde, (ilim tahsil etmek veya dinlemek için) hazır bulunmak, bin rek'at namaz kılmaktan, bin hastayı ziyaret etmekten ve bin cenaze namazında hazır bulunmaktan daha faziletlidir!

    Hz. Peygamber bu sözleri söylediğinde, ashab kendisine şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Âlimin meclisinde bulunmak, tek başına Kur'an okumaktan da mı üstündür? Hz. Peygamber 'Hiç ilimsiz Kur'an okumak insana fayda sağlar mı?' diye karşılık verdi.

    İslâm dinini ihyâ etmek maksadıyla ilimle uğraşırken ölen kimseyle peygamberler arasında, cennette sadece bir derecelik fark vardır.

    Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri

    İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: İlim talep ederken büyük zorluklara göğüs gerdim, fakat ilmi elde ettikten sonra aziz oldum'. Gerçekten de İbn Ebî Müleyke şöyle der: 'İbn Abbas'ı gördüğümde, ondan daha güzel yüzlü ve muntazam endamlı bir kimseyi gördüğümü ve görebileceğimi tasavvur edemedim.

    Muhterem pederleri Hz. Abbas (r.a) gibi güzel bir insandı. Konuştuğu zaman herkesten daha açık ve daha beliğ konuşur, fetva verdiği zaman insanların en âlimi olduğunu gösterirdi'.

    İbn Mübârek şöyle der: İlme talip olmadan bir kimsenin kendisinde az da olsa şeref aramasına ve kendisini şereflilerden saymasına şaşarım!'

    Filozoflardan biri şöyle demiştir: 'İlim öğrenmek istediği halde öğrenemeyen veya öğrenebileceği halde öğrenmeyen kimselere acıdığım kadar kimseye acımam'.

    Ebu Derdâ der ki: İlimden küçük bir mesele öğrenmem, benim için bütün bir geceyi ibadetle ihya etmekten daha mühimdir'.
    Yine Ebu Derdâ şöyle buyurur: 'Hoca ile talebesi hayırda ortaktırlar. Onların dışındakilerin sivrisinek kanadı kadar hayırları yoktur. Yâ âlim, ya talebe, ya da dinleyici ol. Bunların dışında dördüncü bir sınıfa dahil olma; yoksa helâk olup gidersin'.

    Atâ şöyle demiştir: 'Bir kere ilim meclisinde hazır bulunmak, yetmiş lehviyat meclisinde bulunmanın kefareti olur.

    İmam Şâfiî de şöyle demiştir: İlim tahsil etmek, bütün nafile ibadetlerden daha faziletlidir'.

    Fakih Ebu Muhammed Abdullah b. Abdilhakem şöyle anlatır: Bir gün İmam Mâlik'in önünde ders okurken öğle ezanı okundu. Nafilelerimi kılmak üzere ders kitabımı kapattım. Hocam (İmam Mâlik) yüzüme bakarak şöyle haykırdı: 'Ey genç! Burada okuduğun ders, kalkıp kılacağın nafile namazlardan fersah fersah daha hayırlıdır'.

    Ebu Derdâ şöyle demiştir: 'Sabahları kalkıp ilim tahsiline gitmeyi cihad olarak kabullenmeyen ve böyle olduğuna tüm samimi yetiyle inanmayan kimsenin ne aklı var, ne de bir fikri'.

    İmam Gazali
    Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol...Şefkat ve merhamette güneş gibi ol...Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol...Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol...
    Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol...Hoşgörülülükte deniz gibi ol...Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol...Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...
    Mevlâna Celâleddin-i Rûmî
    AlıntıAlıntı

  4. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (26.03.2012)

  5. #3
    Senior Member Hezekiel - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    491
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    256 Toplam

    Standart Cevap: İlim Öğrenme'nin Fazileti

    Ayetler

    Dönüp kavimlerine geldiklerinde (Allah'ın yasak kıldığı şeylerden) kaçınmaları için onları uyarmaları gerekmez miydi?(Tevbe/122)

    Bu ayette geçen inzar kavramından ilim öğretmenin ve irşadda bulunmanın vâcib olduğu anlaşılmaktadır.
    Allah, kendilerine kitab verilenlerden, onu mutlaka insanlara beyan edecekleri ve hiçbir şekilde gizlemeyecekleri hususunda söz almıştı.(Âlu îmran/187)

    Bu ayette, ilim öğretmenin farz olduğu açıklanmaktadır.
    Buna rağmen onlardan bir grup bildikleri halde hakikati gizlerler.(Bakara/146)

    Bu ayette de hak ilmi saklayıp öğretmemenin haram olduğu beyan edilmektedir. Nitekim başka bir ayette, ilmin gizlenmemesi gerektiği gibi, şahidlikten de kaçınmamak gerektiği bildirilmiştir:

    Şehadeti gizlemeyin. Kim onu gizlerse bilsin ki kalbi günah kârdır.(Bakara/283)

    Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
    Allah Teâlâ peygamberlerden aldığı sözü (âlimlerden de) almadan herhangi bir âlime ilim vermez. Alman bu söz de ilmi halka açıklayıp gizlememeleridir.

    Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve 'Ben müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim vardır?(Fussilet/33)

    Ey Râsûlüm! İnsanları Kur'anla, güzel söz ve nasihatla rabbinin yoluna (İslâm nizâmına) dâvet et. (Nahl/125)

    Allah onlara Kitab'ı ve Hikmet'i öğretir. (Âlu İmran/48)

    Hadîsler

    Hz. Peygamber (s.a) Hz. Muaz'ı Yemene gönderirken kendi sine şöyle demiştir:

    Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın senin vasıtanla bir kişiyi doğru yola iletmesi, senin için dünya ve dünyanın içinde bulunanların tümünden daha hayırlıdır.

    İlimden birşey öğrenip, öğrendiği şeyi halka öğreten bir âlime, yetmiş sıddık'ın sevabı verilir.

    Öğrenip amel eden ve öğrendiklerini öğreten bir kimse, gökler âleminde hayırla yâd edilir.

    Kıyamet günü geldiğinde Allah Teâlâ âbid ve mücahid kullarına 'Cennete girin' deyince, âlimler Allah'a şöyle derler: 'Ey âlemlerin rabbi! Âbidler ve mücahidler bizim kendile rine öğrettiğimiz ilim sayesinde ibadet edip cihad ettiler'. Bunun üzerine Allah Teâlâ âlimlere 'Sizler benim nezdimde meleklerimden bazıları gibisiniz. İstediğiniz kimselere şefaat ediniz, şefaatiniz kabul olunacaktır' der ve bu ilâhî müjde üzerine âlimler, istediklerine şefaat ettikten, sonra cennete girerler.

    Bu fazilet, sadece başkalarına ilim öğreten âlimlere mahsustur. İlmini başkalarına aktarmayan âlimin bu fazilete sahip olması sözkonusu değildir.

    Hiç şüphesiz Allah Teâlâ verdiği ilmi insanların göğsünden söküp almaz. Ancak âlimlerin gitmesiyle (ölmesiyle) ilim gider. Çünkü her giden âlim, kendisiyle birlikte kendinde var olan ilmide ***ürür. Bu öyle bir durum meydana getirir ki, halkın içinde sadece cahil kişiler öne geçerler. Bunlardan birine ilmî bir mesele sorulduğu zaman, ilimleri olmadığı halde fetva verirler. Kendileri dalâlette oldukları gibi, verdikleri fetva (cevap)larla halkıda dalâlete sevkederler.

    Bir ilmi öğrendiği halde, o ilmi ketmeden, (başkalarından esirgeyen) kimseyi, Allah Teâlâ kıyâmet gününde ateşten yapılmış bir gemle gemler.

    Hediyelerin en güzeli, ilmi dinleyip, anlayıp, bu ilmi olduğu gibi müslüman kardeşine öğretmendir. Bu, bir yıllık nafile ibadete denktir.

    Dünya lânetlenmiştir (kıymetsizdir), dünyanın içindekilerde lanetlenmiştir. Ancak Allahın zikri ile birlikte onu öğreten ve öğrenen bundan müstesnadır.

    Allah Teâlâ, melekler, göklerin ve yerin ehli, hatta yuvasında bulunan karıncalar, denizdeki balıklar; halka hayır yollarını gösteren kişi için rahmet dilerler.

    Bir müslümanın bir başka müslümana, dinlediği bir hadîsi olduğu gibi aktarmasından daha büyük bir yardımı olamaz.

    Mü'minin, dinlediği hayırlı bir kelimeyi başkasına öğretmesi ve onunla amel etmesi, bir senelik (nafile) ibadet ten daha hayırlıdır.

    Birgün Hz. Peygamber (s.a) evinden çıkıp mescide geldi. Mescide girdiği zaman, toplanmış iki grup gördü. Bu grup lardan biri dua ve zikir ile meşgul oluyordu. Öbürü ise, ilimden bahsediyor ve birbirlerine ilim öğretmeye çalışıyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber zikir halinde olanlara işaret ederek şöyle buyurdu: 'Bunlar Allah'tan isterler. Allah Teâlâ dilerse onlara verir, dilemezse vermez. (Sonra ilim üzerine konuşanlara işaret ederek şöyle buyurdu): 'Bunlar ise, halkı eğitip, ilim öğretmeye çalışıyorlar. Ben de sizlere bir muallim (öğretici) olarak gönderildim'. Daha sonra Hz. Peygamber ilim öğretenlerin meclisine giderek onların aralarına oturdu.

    Allah Teâlâ'nın benim vasıtamla gönderdiği ilim ve hidayetin misali, bolca yağıp bir araziye isabet eden yağmurun misaline benzer. Yağmur alan arazinin bir kısmı suyu kabul eder, bol bol otlar yetiştirir. Arazinin diğer bir kısmı ise, yağan suyu biriktirir. Biriken o sudan Allah Teâlâ halkı yararlandırır. Halk ondan içer, (hayvanlarını ve) arazilerini sulayarak ekin eker. Aynı arazinin üçüncü bir kısmı da (taşlık ve kaygan bir zemine sahip olduğu için) ne suyu üstünde tutar, ne de (suyu emerek) mahsul verir.

    Hz. Peygamber, birinci grubu ilimden menfaat sağlayanlara; ikincisini başkalarına menfaat sağlayanlara, üçüncüsünü de bu iki faziletten de mahrum kalanlara benzetmiştir.

    Ademoğlu öldüğü zaman bütün amelleri kesilir (defteri dürülür). Fakat ölüp de defteri dürüldükten sonra bile üç şey devam eder: Yararı olan ilim, sadaka-i câriye, salih evlât. Böyle bir evlât, babası öldükten sonra babası için bol bol hayır işler, dualar eder.

    Hayra delâlet eden (hayır yolunu gösteren), o hayrı bizzat işlemiş gibi sevabına nail olur.

    Hiçbir şeyde hased (imrenme) doğru değildir; ancak iki kişinin hâline imrenmek bu hükmün dışındadır: a) Allah Teâlâ'nın ilim ve hikmet öğrettiği kimsenin hali ki, bu kimse (aynı zamanda) öğrendiği ilmi halka öğretip müşkilleri hakkında bu ilimle hüküm verir; b) Allah Teâlâ'nın kendisine mal vermiş olduğu kimsenin hâli ki, Allah ona elindeki malı hayra sarfetmeyi nasip etmiştir.

    Allah'ın rahmeti benim halifelerimin üzerine olsun! 'Senin halifelerin kimlerdir yâ Rasûlullah?' diye sorulduğunda Hz. Peygamber şöyle cevap vermiştir: 'Benim sünnetimi ihya eden ve sünnetimi Allah'ın kullarına öğreten kimselerdir'.

    Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri

    Hz. Ömer şöyle buyurmuştur: 'Bir hadîs rivayet eden ve rivayet ettiği bu hadîsle insanların ameline yardımcı olan kimseye, o hadîsi yaşamasından dolayı sevap verildiği gibi, başkalarının yaşamasından hasıl olacak sevap kadar daha verilir'.

    İbn Abbas da şöyle demiştir: 'Halka hayrı öğreten bir kimse için herşey afdiler, hatta denizdeki balıklar bile...'

    Bir âlim şöyle demiştir: 'Âlim kişi halk ile Allah Teâlâ arasına girer. O halde âlim kişiye düşen görev, bu işi nasıl yapacağını düşünüp bulmaktır'.

    Rivayet edildiğine göre Süfyan es-Sevrî Askalan şehrine gelir, orada üç gün ikâmet ettiği halde, kendisine hiç kimse gelip de ilmî bir mesele hakkında soru sormaz. İmam buna çok üzülür ve şöyle der: 'Bana ücreti karşılığında binek verin de bu beldeden hemen gideyim. Çünkü bu beldede ilim ölmüş'. Süfyan es-Sevrî bu hareketiyle ilim öğretmenin nedenli büyük bir önem taşıdığını ve ilmin devam etmesinin bu vazifenin yapılmasına bağlı olduğunu ifade etmek istemiş ve kendisinin de bu vazifeye nedenli bağlı olduğunu bu şekilde göstermiştir.

    Atâ b. Ebi Rebah şöyle anlatır: Said b. Müseyyeb'in evine gittiğimde onu ağlar bir halde buldum. Kendisine niçin ağladığını sorduğumda, bana şöyle cevap verdi: 'Ağlayışımın sebebi şu: Hiç kimse gelip benden ilmî bir mesele sormuyor'.

    Selef-i sâlihînden bir zât şöyle buyurmuştur: 'Alimler kendi dönemlerinin ışıklarıdır. Her âlim kendi dönemini aydınlatır ve o devrin insanları ışıklarını ondan alırlar'.

    Hasan Basrî der ki: 'Şayet âlimler olmasaydı, insanlar hayvanların seviyesine inerlerdi! (İnsanları hayvanlık seviyesinden âlim ler çekip çıkarırlar, onları lâyık oldukları insanlık mevkiine ancak onlar yükseltirler).

    İkrime 'Bu ilmin değeri vardır' deyince, kendisine ilmin değeri sorulur. O da şöyle cevap verir: 'Onun değeri, onu koruyabilecek ve hiçbir şekilde zâyi etmeyecek kimselere öğretmektir'.

    Yahya b. Muaz 'Âlimler ümmete, onların analarından ve babalarından daha merhametlidir' dediğinde, kendisine bunun nasıl olabileceği sorulur; o da şöyle der: 'Çünkü babalar ve anneler çocuklarını ancak dünya ateşinden korurlar. Oysa âlimler ümmeti âhiretin şiddetli ateşinden korurlar'.
    Denildi ki: 'İlmin evveli sükût, sonrası dinlemek, daha sonrası hıfzetmek ve daha sonrası ise onunla amel etmektir. En sonu da onu insanlara öğretmektir'.

    Yine şöyle denilmiştir: 'İlmini, bilmeyenlere öğret; bilmediğin ilimleri de bilenlerden öğren. Sen böyle hareket ettiğin takdirde, bilmediklerini öğrenir, bildiklerini de mükemmel bir hâle getirirsin'.

    Muaz b. Cebel ilmi öğrenmenin ve öğretmenin fazileti hakkında şöyle demiştir: İlmi öğrenin; zira ilmi Allah için öğrenmek, öğrenene Allah korkusu verir. İlmi talep etmek ibadettir. İlmi müzakere etmek teşbihtir, İlmî araştırma yapmak en büyük cihaddır. ilmi, bilmeyen bîr kişiye öğretmek sadakaların en makbûlüdür. İlmi, ehlini bulup vermek ise, Allah'a en çok yaklaştırıcı davranıştır. İlim, yalnız kaldığı zaman âlimin en yakın arkadaşıdır; tenha yollarda ise en emin yoldaşdır. Dinde delildir. Genişlikte ve darlıkta sabrı öğretendir. Dostlar yanında yardım eden bir vezirdir. Yabancılar yanında ise sana en büyük destektir. Cennet yolunun nişanesidir. Allah Teâlâ, ilim sayesinde birtakım toplumları yükseltir ve onları hayırda lider ve izlerinde gidilen rehberler yapar. Onlar hayır hususunda herkese örnek teşkil ederler. Eserlerine ve gösterdikleri yollara herkes bağlanır, hareketleri ise herkes tarafından tâkip edilir. Melekler bunlarla arkadaşlık yapmaya can atar ve kanatlarıyla onları okşarlar. Dünyadaki bütün yaş ve kuru nesneler onlar için Allah Teâlâ'dan af dilerler. Denizlerdeki balıklar, karadaki yabanî ve evcil hayvanlar; gök ve yıldızlar onlar için Allah Teâlâ'dan af talebinde bulunurlar. Çünkü ilim, insanların kalplerini körlükten kurtaran bir nimettir. Gözleri zulmetten nûra kavuşturan bir ışıktır. İnsan bünyesini kuvvetlendiren bir kuvvet kaynağıdır. Kul ancak ilmi
    sayesinde Allah yolunda olanların mertebesine varır, yüce derecelere ulaşır. İlim ve tefekkür oruçla eşittir. İlim müzakeresi, tüm ibadetlere denktir. Allah'a ancak ilimle itâat edilebilir ve yine ancak ilimle ibadet mümkün olur. Allah'ın birliği ancak ilimle bilinir. Allah'ı ancak âlimler güzelce tesbih edebilirler. Kişi ancak ilim sayesinde takvâ ehli olabilir. İlim sayesinde sıla-i rahim yapabilir. Haram ve helâl yalnız ilimle bilinir. İlim imandır. Amel ise ilminizinden gitmeye memul' bir emireridir. Allah Teâlâ ilmi said kullarına ihsan eder, ondan ancak şakileri mahrum bırakır'.

    Allah dan hüsn-ü tevfîkini dileriz. İlim öğrenmek ve ilim öğretmekten söz ettiğimiz bu bölümde gayemizin ilmin faziletini anlatmak olduğu bilinmelidir!
    'Fazilet'in hakikati nedir?' sualinin cevabı verilmedikçe, Faziletlin ne anlama geldiği bilinmedikçe, onun ilme ve başka şeylere sıfat olup-olmadığı da bilinemez. Sözgelimi hikmet'in mânâsını anlamayan ve hakikatinden haberi olmayan bir kimse, bir şahsın hikmet ehli'nden olup olmadığını araştıracak olsa, hiç kuşkusuz verecek olduğu hükümde yanılır. Bu bakımdan önce Fazilet'in anlamıyla söze gireceğiz.

    Fazilet kelimesi Fazl kökünden gelir ve ziyadesiyle artış, fazlalık demektir. İki şey bir hususta ortak oldukları zaman, biri ortaklıkta biraz daha az pay sahibi bulunsa, öbürü için 'Bu diğerinden daha faziletlidir' denilir. Bu fazlalığa, başka bir şeyin kemâline yararlı olduktan sonra, miktarına hiç bakılmaksızın hüküm verilir. Sözgelimi 'At merkepten daha faziletlidir' demek şu anlama gelir: At ve merkep yük taşımada ortak yanları olan iki hayvandır. Fakat at, merkebe nisbetle üstündür; zira at, merkepten daha fazla yük taşır, ondan daha hızlı koşar ve hedefe daha evvel varır. Bütün bunlar onu merkepten daha üstün kılar.

    Bazen bir merkebe daha fazla değer verilebilirse de, hiçbir zaman merkebin attan daha üstün olduğu söylenmez. Çünkü onun üstünlüğü cüsse itibariyledir. Oysa at, her zaman merkepten daha üstün vasıflara sahiptir. Bu hal her açıdan kemâl sayılmaz. Hayvan yetenekleri ve özellikleri bakımından aranılır ve kendisine bu nedenle sahip olunmaya çalışılır; yoksa sırf cüssesi için değil!

    Bu örneği gerçekten anlamışsanız, fazilet kelimesinin anlamını artık biliyorsunuz demektir.
    Diğer hayvanlara nisbetle at nasıl faziletli ise, ilim vasfı da diğer bütün vasıflara nisbetle hiç kuşkusuz daha faziletlidir.

    Atta bulunan hızlı koşma yeteneğinin bir fazilet olduğunda şüphe yoksa da, bu mutlak bir fazilet sayılmaz. Ancak ilim böyle değildir. İlim, hiçbir şeyle mukayese edilemeyecek kadar büyük bir fazilet taşımaktadır. İlmi hiçbir şeyle kıyas edemeyiz; zira ilim, Allah Teâlâ'nın kemal sıfatıdır.

    Peygamberlerin ve meleklerin bütün şerefi ilim'den gelmektedir. Hatta atların bile zeki olanı, uyuşuk olanından daha üstündür. Bu nedenle ilim, hiçbir meziyete izafe edilmeksizin tek başına faziletin kendisidir.

    Bilinmelidir ki istenilen şeyler (iyilikler); a) Kendi zâtından dolayı istenilen, b) Başka sebepten dolayı istenilen, c) Hem zâtından dolayı ve hem de başka sebepten dolayı istenilen şeyler (iyilikler) olarak bölümlere ayrılır. Kişinin zâtından dolayı istediği şey (iyilik), başka sebepten dolayı istediği şeyden (iyilikten) daha faziletlidir.

    Başka sebepten dolayı istenen şeye, dinar ve dirhem (para) örnek olarak verilebilir. Dinar ve dirhem gerçekte pek büyük değeri olmayan madenlerden ibarettir. Şayet Allah Teâlâ o madenlerle alışveriş yapılmasını murad etmeseydi, onların salt maden olarak hiçbir değeri olmazdı.

    Kişinin, zatından dolayı istediği şeye ise, âhiretteki saadet ile Allah Teâlâ'nın cemâlini müşahede etmenin lezzeti örnek olarak verilebilir.

    Hem zâtından dolayı ve hem de başka sebepten dolayı istenilen şeye gelince, buna da kişinin bedensel bir özre sahip olmaması (sağlıklı olması) örnek olarak verilebilir. Çünkü örneğin ayakların sağlam olması, hem bedenin Ölümden uzak olmasını ve hem de yürüyerek istenilen yere ulaşılmasını sağlar. Nitekim insanoğlu ihtiyaçlarını ayaklarıyla yürüyerek giderebilmektedir.

    İlime bu açıdan baktığınızda, onun nedenli önemli bir haslet olduğunu açıkça görebilirsiniz. Demek oluyor ki ilim, zâtından dolayı istenen bir nimettir! Yine bu şekilde ahiret âleminin nimetlerine ***üren en önemli vesilenin de Hun olduğunu açıkça görebilirsiniz; zira Allah Teâlâ'nın huzuruna ancak ilim ile gidilir.

    İnsanoğlu hakkında en büyük makam, ebedî saadet olduğundan dolayıdır ki bu saadete ulaştıran vesile de en büyük fazilettir! Çünkü insan için ilim ve ilime bağlı amel olmadığı takdirde, bu nimetlerin hiçbirine ulaşmak imkânı yoktur!

    Amellere de ancak amelin keyfiyetini bildiren ilimle varılır. Bu bakımdan dünya ve âhiret saadetinin anahtarı ilimdir. Dolayısıyla kuşku ***ürmez bir biçimde sabit olmaktadır ki, ilim amellerin en faziletlisidir. Nasıl olmasın ki? Birşeyin fazileti onun sonucunun güzel olmasını bilmekledir.

    İlimin, âhiretteki müsbet sonuçlarını daha önceki sayfalarda bildirmiştik ve İlim'in, âlemlerin rabbine yaklaşmaya, meleklerin ufkuna varmaya ve en yüce topluluk ile aynı seviyeye gelmeye vesile olduğu anlaşılmıştı. İlim'in dünyadaki müsbet sonuçlarına gelince; bunlar izzet, saadet, hâkimiyet, sultanlar üzerinde bile söz sahibi olmak, onları nüfuz altına almak ve beşerin indinde âlimin itibarım kabul etmek gibi hususlardır. Öyle ki ahmak ve kalbi taştan daha sert olan insanlar bile kendilerini âlimlere hürmet göstermeye zorlarlar. Zira yaratılışlarında böyle bir hususiyet vardır. Bu konuda deneme ve tecrübe yollarından geçerek gereği kadar fikir sahibi olmuşlardır. Daha da ileri giderek diyebiliriz ki, hayvanlar bile insanların kemâl derecesi bakımından daha ileride olduklarını sezdikleri içindir ki insanlara yaltaklanır ve onlardan yardım isterler, hepsi onlara korkuyla karışık bir hürmet içinde yaklaşırlar.

    İşte İlimin mutlak mânâda fazileti budur!

    İleride de sözünü edecek olduğumuz gibi, ilimler çeşitlidir. Derece ve mertebelerine göre ilmi sınıflara ayıracağız ve siz de bunu açıkça göreceksiniz.İlim öğretmek ile ilim öğrenmenin faziletine gelince, bunların faziletleri şimdiye değin yapmış olduğumuz izahlardan anlaşılmış olmalıdır.

    İlim, nimetlerin en faziletlisi olduğundan, onu öğrenmek en faziletli bir nimeti elde etmek demektir. İlim' i öğretmek ise en faziletli bir nimeti başkalarına aktarmaktır. Bu hükmü şu şekilde açıklayabiliriz: Halkın isteği din ve dünyadan ibarettir. Din ancak bu dünyada tatbik edildiği zaman kâim olur; zira bu dünya, âhiretin tarlasıdır. Dünyayı âlet veya geçici bir konak olarak kullananlar için bu dünya, Allah'a giden yolun bir başlangıcı, bir vasıtasıdır.

    Bu dünya insanların yaptıklarıyla düzene kavuşur. İnsanların amelleri ve sanatları da üç kısımda toplanabilir:
    1. Şu âlemin nizâmını ayakta tutmak için konulmuş olan bir takım düsturlardır. Bu düsturlar da dört bölüme ayrılır:
    a) Ziraat. (Çünkü yemek için azık toplamak ziraata bağlıdır).
    b) Dokumacılık. (Bu da giyinmek içindir).
    c) Bina. (Mesken içindir).
    d) Siyaset. (Birleştirme, arayı bulma, maişetin sebeplerini zabt-u rabt altına alma ve yardımlaşma içindir).

    2. Bu sanatlar için başka yollar da vardır. Örneğin demircilik gibi, Bu sanattan elde edilen âletler ziraatta kullanıldığı gibi, başka iş dallarında da kullanılır.
    Hallaç ve örme işi gibi. Bunlar da dokumacılık yapabilmek için malzeme hazırlayan iş dallarıdır,

    3. Esas sanatları hazırlayan ve süsleyen iş dalları. Ziraat mahsûlünün öğütülmesi, ekmek yapılması, dokunan malın yıkanması ve dikilmesi gibi.
    Bunlar tıpkı bütüne izafe edilen cüzler gibi yeryüzünün icabları itibarıyla bu şekilde bir taksime tâbi tutulmuşlardır.

    İnsan uzuvları da üç kısma ayrılır.
    1. Asıl organlar; kalp, ciğer, beyin.
    2. Bunlara hizmet eden organlar; mide, damar, damarla alâkalı diğer unsurlar, mafsalları birbirlerine bağlayan sinirler ve kalp damarları...
    3. Bunları tamamlayan ve süsleyen organlar; tırnak, parmak ve kaslar...

    Bütün sanatların en şereflisi esas olanlardır. Esasların da en şereflisi insanları birleştirici; iktisadî, içtimaî, dinî ve dünyevî bütün durumlarını düzelten ve nizâma sokan siyasettir. Bu hikmete binaen, nizâmı deruhte edecek olan kimselerde hiçbir meslekte aranmayan vasıflar aranır; zira siyaset sanatını elinde bulunduranlar diğer bütün sanat erbabını yönetenlerdir; bütün sanat erbabı siyasetçilerin gösterdiği istikamette çalışmaya mecbur kalırlar.

    Halkı ıslah ve onların iyi yola gitmelerini temin etmek için dünya ve âhiretlerini mâmur edici siyaset dört grupta özetlenebilir:
    1. Peygamberlerin siyaseti ki en faziletli (üstün) siyaset budur. Çünkü peygamberler, bütün insanların hem bâtınî ve hem de zâhirî yönlerine hükmetmektedirler; her iki açıdan da insanlar üzerinde bir otoriteleri vardır.
    2. Halifelerin, melik ve sultanların siyaseti ki bunlar bütün halk üzerinde hüküm sahibidirler, ancak bütün otoriteleri insanların zâhirî yönlerine ilişkindir, insanlar üzerinde bâtınî bakımdan bir otoriteleri yoktur!
    3. Allah'ı ve O'nun dinini bilen ve peygamberlere vâris olan âlimlerin siyaseti ki bu âlimler sadece halkın elit (havas) tabakasının iç âlemine (bâtınına) hükmederler. Halk (avam) ise, bu kimselerden istifade edecek güce sahip bulunmadığı için faydalanamazlar. Bu âlimler halkı ilzam etmek, kötü işlerden menetmek ve kanunlara itâata zorlamak gücüne sahip değildir. Bu tür bir otoriteden mahrumdurlar.
    4. Vâizlerin siyaseti ki bunların siyaseti sadece basit halk tabakasının bâtınına hitab edebilir. (Halkın üzerinde başka bir otoriteleri yoktur!)

    Bu dört çeşit siyasetin en şereflisi hiç kuşkusuz peygamberlerin siyasetidir. Bu siyasetten hemen sonra âlimlerin siyaseti gelir. Çünkü bunlar ilim öğretmekle halkı helâk edici kötü ahlâktan arındırırlar ve onları irşad ederek güzel ahlâka yöneltirler. İşte âlimlerin siyaseti budur ve eğitim-öğretimin en mühim faydalarından biri de bu güzel neticeyi sağlayabilmesidir.
    Öğretim siyasetinin, diğer siyaset ve sanatlardan üstün olduğunu söyledik; zira bir sanatın şerefi üç şey'in mevcudiyetiyle bilinir.
    A) Sanatın maksadına ulaştıran şeyin bizzat maddesini teşkil eder. Buna örnek olarak şunu gösterebiliriz: Aklî ilimler, lûgatla ve edebiyatla ilgili bütün ilimlerden üstündür. En güzel örnek bu dur; zira bütün hikmetler akıl vasıtasıyla çözülmektedir. Lûgat ve edebiyat ise işitmek suretiyle öğrenilebilir. Aklın, işitme hassasından çok daha üstün olduğu aşikârdır.
    B) Toplumun menfaatine uygundur; yani halka daha büyük fayda sağlayan şeyin şerefi bu fayda nisbetinde yükselir. Örneğin ziraatın kuyumculuktan üstün olması bu hikmete mebnidir.
    C) Üzerinde çalışılan şeyin maddesinin kıymetidir. Bu şekilde bakıldığı zaman kuyumculuk dericilikten üstün olur. Çünkü kuyumcu, altın gibi çok nefis bir maden üzerinde çalışma yaparken, derici pis ve murdar hayvan derileri üzerinde çalışmaktadır.

    Dinî ilimlerin, âhiret yolunun aydınlanmasına vesile olduğu herkesin malûmudur. Bu ilim ise ancak aklın selim oluşu ve zekânın Saffeti lie bilinir. Akıl insana verilen nimetlerin en şereflisidir. Aklın en şerefli bir nimet oluşunun esas sebebi, Allah'ın emanetinin (dinî emirlerin) ancak akılla kavranabilmesi ve yapılabilmesidir. Bu emirleri yerine getirmek suretiyle Allah'a yakınlaşılabilir.

    Aklın umumî yararı ise saymakla bitmez. Çünkü akîm bütün meyvası âhiret sâadetini temin etmektir.
    Üzerinde çalışılan şeyin maddesine gelince, bu herkesin malûmudur; zira bir muallim insanın kalbine ve bedenine tasarruf etmektedir. Yeryüzünde yaşayan bütün mahlûkatın en şereflisi insandır. İnsanın en şerefli organı da kalbidir. Öğretmen, işte bu en kıymetli uzva hükmetmesini bilen kişidir. Öğretmen, insanı bütün kötü hasletlerden arındıran ve Allah'ın manevî huzuruna çıkaran kişidir.

    Bu nedenle ilmin öğretilmesi, bir yandan Allah'a ibadetin, diğer yandan da Allah'ın halifesi olmanın gereğidir. Bu haslet, insanı Allah'a halife yapar. Çünkü Allah Teâlâ, âlimin, kalbinde en mümtaz nimet olan ilmin kapısını açmıştır.

    Dolayısıyla bir âlim, kıymetli mücevherleri bekleyen bir hazinedara benzer. Üstelik bu öyle bir hazinedir ki, hazinedarın bakmakla mükellef olduğu hazineden insanlara dağıtma yetkisi dahi bulunmaktadır.

    Kulun, Allah ile mahlûkatı arasına girip de mahlûku Allah'a yaklaştırmasından daha büyük bir mertebesi olabilir mi? Kulların cennete girmesinden elde edilecek dereceye hangi derece ulaşabilir?

    Ya rabbî! Bizi bu bahtiyar kullarından eyle! Kulun ve rasûlün Muhammed Mustafa'ya (s.a); onun âline ve ashabına salât ve se lâmını gönder, onlardan rahmetini esirgeme!

    AMİN

    İmam Gazali
    Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol...Şefkat ve merhamette güneş gibi ol...Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol...Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol...
    Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol...Hoşgörülülükte deniz gibi ol...Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol...Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...
    Mevlâna Celâleddin-i Rûmî
    AlıntıAlıntı

  6. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (27.03.2012)

 

 

Benzer Konular

  1. Boot versiyonu öğrenme
    Von kyoto im Forum Next 8000 Serisi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 2.02.2007, 09:16

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Page generated in 1.714.029.215.90934 seconds with 15 queries Sayfa Boyutu (267026)