ÞU DÜNYA ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kýymetlerini; ve eðer din-i hak olmazsa dünya bir zindan olmasý; ve dinsiz insan en bedbaht mahlûk olduðunu; ve þu âlemin týlsýmýný açan, ruh-u beþerîyi zulümattan kurtaran Yâ Allah ve Lâ ilâhe illâllah olduðunu anlamak istersen, þu temsilî hikâyeciðe bak, dinle:

Eski zamanda, iki kardeþ uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Git gide ta yol ikileþti. O iki yol baþýnda ciddî bir adamý gördüler. Ondan sordular: "Hangi yol iyidir?" O dahi onlara dedi ki: "Sað yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardýr. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardýr. Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardýr. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve þekavet vardýr. Þimdi intihaptaki ihtiyar sizdedir."

Bunu dinledikten sonra, güzel huylu kardeþ sað yola "Tevekkeltü alâllah" deyip gitti ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti. Ahlâksýz ve serseri olan diðer kardeþ, sýrf serbestlik için sol yolu tercih etti. Zahiren hafif, mânen aðýr vaziyette giden bu adamý hayalen takip ediyoruz:

Ýþte bu adam, dereden tepeden aþýp, git gide ta hâli bir sahrâya girdi. Birden müthiþ bir sada iþitti. Baktý ki, dehþetli bir arslan, meþelikten çýkýp ona hücum ediyor. O da kaçtý, ta altmýþ arþýn derinliðinde susuz bir kuyuya rast geldi. Korkusundan kendini içine attý. Yarýsýna kadar düþüp elleri bir aðaca rast geldi, yapýþtý. Kuyunun duvarýnda göðermiþ olan o aðacýn iki kökü var. Ýki fare, biri beyaz, biri siyah, o iki köke musallat olup kesiyorlar. Yukarýya baktý, gördü ki, arslan, nöbetçi gibi kuyunun baþýnda bekliyor. Aþaðýya baktý, gördü ki, dehþetli bir ejderha, içindedir. Baþýný kaldýrmýþ, otuz arþýn yukarýdaki ayaðýna takarrüp etmiþ. Aðzý kuyu aðzý gibi geniþtir. Kuyunun duvarýna baktý, gördü ki, ýsýrýcý muzýr haþarat, etrafýný almýþlar. Aðacýn baþýna baktý, gördü ki,


--------------------------------------------------------------------------------

Sekizinci Söz - s.13

bir incir aðacýdýr. Fakat, harika olarak, muhtelif çok aðaçlarýn meyveleri, cevizden nara kadar, baþýnda yemiþleri var.

Ýþte, þu adam, sû-i fehminden, akýlsýzlýðýndan anlamýyor ki, bu adi bir iþ deðildir. Bu iþler tesadüfî olamaz. Bu acip iþler içinde garip esrar var. Ve pek büyük bir iþlettirici var olduðunu intikal etmedi. Þimdi bunun kalbi ve ruh ve aklý þu elîm vaziyetten gizli feryat ve figan ettikleri halde, nefs-i emmâresi, güya birþey yokmuþ gibi tecahül edip, ruh ve kalbin aðlamasýndan kulaðýný kapayýp, kendi kendini aldatarak, bir bahçede bulunuyor gibi, o aðacýn meyvelerini yemeye baþladý. Halbuki o meyvelerin bir kýsmý zehirli ve muzýr idi.

Bir hadis-i kudsîde Cenâb-ý Hak buyurmuþ: 3 Yani, "Kulum Beni nasýl tanýrsa, onunla öyle muamele ederim." Ýþte bu bedbaht adam, sûizan ve akýlsýzlýðýyla, gördüðünü adi ve ayn-ý hakikat telâkki etti ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek. Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaþýyor; böylece azap çekiyor. Biz de þu meþ'umu bu azapta býrakýp döneceðiz. Ta öteki kardeþin halini anlayacaðýz.

Ýþte þu mübarek akýllý zat gidiyor. Fakat biraderi gibi sýkýntý çekmiyor. Çünkü güzel ahlâklý olduðundan güzel þeyleri düþünür, güzel hülyalar eder, kendi kendine ünsiyet eder. Hem biraderi gibi zahmet ve meþakkat çekmiyor. Çünkü nizamý bilir, tebaiyet eder, teshilât görür. Asayiþ ve emniyet içinde serbest gidiyor.

Ýþte, bir bahçeye rast geldi. Ýçinde hem güzel çiçek ve meyveler var; hem bakýlmadýðý için murdar þeyler de bulunuyor. Kardeþi dahi böyle birisine girmiþti. Fakat murdar þeylere dikkat edip meþgul olmuþ, midesini bulandýrmýþ, hiç istirahat etmeden çýkýp gitmiþti. Bu zat ise, "Herþeyin iyisine bak" kaidesiyle amel edip, murdar þeylere hiç bakmadý. Ýyi þeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çýkýp gidiyor.

Sonra, git gide, bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahrâ-i azîmeye girdi. Birden, hücum eden bir arslanýn sesini iþitti, korktu. Fakat biraderi kadar korkmadý. Çünkü, hüsn-ü zannýyla ve güzel fikriyle, "Þu sahrânýn bir hâkimi var. Ve bu arslan o hâkimin taht-ý emrinde bir hizmetkâr olmasý ihtimali var" diye düþünüp tesellî buldu. Fakat yine kaçtý. Ta altmýþ arþýn derinliðinde bir susuz kuyuya rast geldi, kendini içine attý. Biraderi gibi, ortasýnda bir aðaca eli yapýþtý, havada muallâk kaldý. Baktý, iki hayvan, o aðacýn iki kökünü kesiyorlar. Yukarýya baktý arslan, aþaðýya baktý bir ejderha gördü. Ayný kardeþi gibi, bir acip vaziyet gördü. Bu dahi tedehhüþ etti-fakat kardeþinin dehþetinden bin derece hafif. Çünkü güzel ahlâký ona güzel fikir vermiþ; ve güzel fikir ise, ona herþeyin güzel cihetini gösteriyor. Ýþte, bu sebepten þöyle düþündü ki:

"Bu acip iþler birbiriyle alâkadardýr. Hem bir emirle hareket ederler gibi görünüyor. Öyleyse bu iþlerde bir týlsým vardýr. Evet, bunlar bir gizli hâkimin emriyle ler. Öyleyse ben yalnýz deðilim. O gizli hâkim bana bakýyor, beni tecrübe ediyor, bir maksat için beni bir yere sevk edip davet ediyor."

Þu tatlý korku ve güzel fikirden bir merak neþ'et eder ki: "Acaba beni tecrübe edip kendini bana tanýttýrmak isteyen ve bu acip yolla bir maksada sevk eden kimdir?"

Sonra, tanýmak merakýndan, týlsým sahibinin muhabbeti neþ'et etti. Ve þu muhabbetten, týlsýmý açmak arzusu neþ'et etti. Ve o arzudan, týlsým sahibini razý edecek ve hoþuna gidecek bir güzel vaziyet almak iradesi neþ'et etti.

Sonra, aðacýn baþýna baktý, gördü ki, incir aðacýdýr. Fakat baþýnda binlerle aðacýn meyveleri vardýr. O vakit bütün bütün korkusu gitti. Çünkü kat'î anladý ki, bu incir aðacý bir listedir, bir fihristedir, bir sergidir. O mahfî hâkim, bað ve bostanýndaki meyvelerin nümunelerini, bir týlsým ve bir mucize ile o aðaca takmýþ ve kendi misafirlerine ihzar ettiði et'imeye birer iþaret suretinde o aðacý tezyin etmiþ olmalý. Yoksa, bir tek aðaç, binler aðaçlarýn meyvelerini vermez.

Sonra niyaza baþladý. Ta týlsýmýn anahtarý ona ilham oldu. Baðýrdý ki:

"Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtýna düþtüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârým ve senin rýzaný istiyorum ve seni arýyorum."

Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarý yarýlýp, þahane, nezih ve güzel bir bahçeye bir kapý açýldý. Belki, ejderha aðzý o kapýya inkýlâb etti ve arslan ve ejderha iki hizmetkâr suretini giydiler ve onu içeriye davet ediyorlar. Hattâ o arslan, kendisine musahhar bir at þekline girdi.

Ýþte ey tenbel nefsim ve ey hayalî arkadaþým! Geliniz, bu iki kardeþin vaziyetlerini muvazene edelim. Ta, iyilik nasýl iyilik getirir ve fenalýk nasýl fenalýk getirir, görelim, bilelim.

Bakýnýz, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanýn aðzýna girmeye muntazýrdýr, titriyor.


--------------------------------------------------------------------------------

Sekizinci Söz - s.14

Ve þu bahtiyar ise, meyvedar ve revnaktar bir bahçeye davet edilir.

Hem o bedbaht, elîm bir dehþette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanýyor. Ve þu bahtiyar ise, leziz bir ibret, tatlý bir havf, mahbub bir marifet içinde garip þeyleri seyir ve temâþâ ediyor.

Hem o bedbaht, vahþet ve meyusiyet ve kimsesizlik içinde azap çekiyor. Ve þu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümit ve iþtiyak içinde telezzüz ediyor.

Hem o bedbaht, kendini vahþî canavarlarýn hücumuna maruz bir mahpus hükmünde görüyor. Ve þu bahtiyar ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduðu mihmandar-ý kerîmin acip hizmetkârlarýyla ünsiyet edip eðleniyor.

Hem o bedbaht, zahiren leziz, mânen zehirli yemiþleri yemekle azabýný tacil ediyor. Zira o meyveler, nümunelerdir: Tatmaya izin var, ta asýllarýna talip olup müþteri olsun. Yoksa hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve þu bahtiyar ise, tadar, iþi anlar, yemesini tehir eder ve intizar ile telezzüz eder.

Hem o bedbaht kendi kendine zulmetmiþ. Gündüz gibi güzel bir hakikati ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliðiyle kendisine muzlim ve zulümatlý bir evham, bir cehennem þekline getirmiþ. Ne þefkate müstehaktýr ve ne de kimseden þekvâya hakký vardýr. Meselâ, bir adam, güzel bir bahçede, ahbaplarýnýn ortasýnda, yaz mevsiminde, hoþ bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoþ edip kendisini kýþ ortasýnda, canavarlar içinde, aç, çýplak tahayyül edip baðýrmaya ve aðlamaya baþlasa, nasýl þefkate lâyýk deðil, kendi kendine zulmediyor, dostlarýný canavar görüp tahkir ediyor. Ýþte bu bedbaht dahi öyledir.

Ve þu bahtiyar ise, hakikati görür. Hakikat ise güzeldir. Hakikatin hüsnünü derk etmekle, hakikat sahibinin kemaline hürmet eder, rahmetine müstehak olur. Ýþte, "Fenalýðý kendinden, iyiliði Allah'tan bil"4 olan hükm-ü Kur'ânînin sýrrý zâhir oluyor.

Daha bunlar gibi sair farklarý muvazene etsen, anlayacaksýn ki, evvelkisinin nefs-i emmâresi ona bir mânevî cehennem ihzar etmiþ. Ve ötekisinin hüsn-ü niyeti ve hüsn-ü zanný ve hüsn-ü hasleti ve hüsn-ü fikri, onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiþ.

Ey nefsim! Ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam!

Eðer bedbaht kardeþ olmak istemezsen ve bahtiyar kardeþ olmak istersen, Kur'ân'ý dinle ve hükmüne mutî ol ve ona yapýþ ve ahkâmýyla amel et.

Þu hikâye-i temsiliyede olan hakikatleri eðer fehmettinse, hakikat-i dini ve dünyayý ve insaný ve imaný ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceðim; incelerini sen kendin istihrac et.

Ýþte, bak: O iki kardeþ ise, biri ruh-u mü'min ve kalb-i salihtir. Diðeri ruh-u kâfir ve kalb-i fâsýktýr. Ve o iki tarikten sað ise, tarik-i Kur'ân ve imandýr. Sol ise, tarik-i isyan ve küfrandýr.

Ve o yoldaki bahçe ise, cemiyet-i beþeriye ve medeniyet-i insaniye içinde muvakkat hayat-ý içtimaiyedir ki, hayýr ve þer, iyi ve fena, temiz ve pis þeyler beraber bulunur. Âkýl odur ki, "Huz mâ safâ, da' mâ keder" kaidesiyle amel eder, selâmet-i kalble gider.

Ve o sahrâ ise, þu arz ve dünyadýr. Ve o arslan ise, ölüm ve eceldir. Ve o kuyu ise, beden-i insan ve zaman-ý hayattýr. Ve o altmýþ arþýn derinlik ise, ömr-ü vasatî ve ömr-ü galibî olan altmýþ seneye iþarettir. Ve o aðaç ise, müddet-i ömür ve madde-i hayattýr. Ve o siyah ve beyaz iki hayvan ise gece ve gündüzdür.

Ve o ejderha ise, aðzý kabir olan tarik-i berzahiye ve revâk-ý uhrevîdir. Fakat o aðýz, mü'min için, zindandan bir bahçeye açýlan bir kapýdýr. Ve o haþerat-ý muzýrra ise, musibât-ý dünyeviyedir. Fakat, mü'min için, gaflet uykusuna dalmamak için tatlý ikazât-ý Ýlâhiye ve iltifatât-ý Rahmâniye hükmündedir.

Ve o aðaçtaki yemiþler ise, dünyevî nimetlerdir ki, Cenâb-ý Kerîm-i Mutlak, onlarý âhiret nimetlerine bir liste, hem ihtar edici, hem müþabihleri, hem Cennet meyvelerine müþterileri davet eden nümuneler suretinde yapmýþ.

Ve o aðacýn, birliðiyle beraber muhtelif baþka baþka meyveler vermesi ise, kudret-i Samedâniyenin sikkesine ve rubûbiyet-i Ýlâhiyenin hâtemine ve saltanat-ý Ulûhiyetin turrasýna iþarettir. Çünkü birtek þeyden herþeyi yapmak, yani, bir topraktan bütün nebatat ve meyveleri yapmak, hem bir sudan bütün hayvanâtý halk etmek, hem basit bir yemekten bütün cihazât-ý hayvaniyeyi icad etmek; bununla beraber herþeyi birtek þey yapmak, yani, zîhayatýn yediði gayet muhtelifü'l-cins taamlardan o zîhayata bir lâhm-ý mahsus yapmak, bir cild-i basit dokumak gibi san'atlar, Zat-ý Ehad-i Samed olan Sultan-ý Ezel ve Ebedin sikke-i hassasýdýr, hâtem-i mahsusudur, taklit edilmez bir turrasýdýr. Evet, birþeyi herþey ve herþeyi birþey yapmak, herþeyin Hâlýkýna has ve Kadîr-i Külli Þeye mahsus bir niþandýr, bir âyettir.

Ve o týlsým ise, sýrr-ý imanla açýlan sýrr-ý hikmet-i hilkattir. Ve o miftah ise, Yâ Allah, Lâ ilâhe illâllah
5 dur.

Ve o ejderha aðzý bahçe kapýsýna inkýlâb etmesi ise iþarettir ki, kabir, ehl-i dalâlet ve tuðyan için vahþet ve nisyan içinde zindan gibi sýkýntýlý ve bir ejderha batný gibi dar bir mezara açýlan birkapý olduðu halde, ehl-i Kur'ân ve iman için, zindan-ý dünyadan bostan-ý bekaya ve meydan-ý imtihandan ravza-i cinâna ve zahmet-i hayattan rahmet-i Rahmân'a açýlan bir kapýdýr. Ve o vahþî arslanýn dahi munis bir hizmetkâra dönmesi ve musahhar bir at olmasý ise, iþarettir ki, mevt, ehl-i dalâlet için, bütün mahbubâtýndan elîm bir firak-ý ebedîdir. Hem kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyesinden ihraç ve vahþet ve yalnýzlýk içinde zindan-ý mezara ithal ve hapis olduðu halde, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur'ân için, öteki âleme gitmiþ eski dost ve ahbaplarýna kavuþmaya vesiledir. Hem hakikî vatanlarýna ve ebedî makam-ý saadetlerine girmeye vasýtadýr. Hem zindan-ý dünyadan bostan-ý cinâna bir davettir. Hem Rahmân-ý Rahîmin fazlýndan, kendi hizmetine mukabil ahz-ý ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubudiyet ve imtihanýn talim ve talimâtýndan bir paydostur.

Elhasýl: Her kim hayat-ý fâniyeyi esas maksat yapsa, zahiren bir cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir. Ve her kim hayat-ý bâkýyeye ciddî müteveccih ise, saadet-i dâreyne mazhardýr. Dünyasý ne kadar fena ve sýkýntýlý olsa da, dünyasýný Cennetin intizar salonu hükmünde gördüðü için hoþ görür, tahammül eder, sabýr içinde þükreder