Tin sûresi 4. ayette insanın "ahsen-i takvim"de yaratıldığı ifade edilir. Takvim kelimesi kıvamla aynı köktendir. Yani insan en güzel kıvamda yaratılmıştır. Bilindiği gibi sözgelimi, bir yemeğin güzelliği onu meydana getiren malzemelerin uygun kıvamda olmasıyla gerçekleşir. Onun gibi insandaki her bir aza ve cihaz olması gereken ideal kıvamda yaratılmıştır.

Mesela, göz en uygun yere yerleştirilmiştir. Bazı şeyleri görür, ama her şeyi göremez. Her şeyi görememesi de ayrı bir güzelliktir. Kendisine baktığımız bir insanın iç azalarını da görsek herhalde rahatsız oluruz. Bu kıvamda yaratılış diğer organlar için de aynen geçerlidir.

Âlemlerin Rabbi, “Muhakkak biz insanı ahsen-i takvîmde yarattık” buyuruyor. Ve insan, bu üstün yaratılışıyla, nice güzelliklerin tohumunu saklıyor. Anlamağa, inanmağa, amel etmeğe, sevmeğe, şefkat etmeğe, feyz almağa aday.

Peygamberlik bu ulvî mahiyetten çıkıyor. Evliya, asfiya bu mahiyetin meyveleri. Âlimler, ârifler, muttakiler, sâlihler, cömert simalar, âdil hükümdarlar hep bu ulvî mahiyetin değişik sahalardaki farklı meyveleri.
Ahsen-i takvimin bir ciheti de şudur: Kâinat insanla kıvamını bulur. Şu kâinatta her şey şu şekliyle olsa, ama insan olmasa, kâinat nakıs kalır, kemalini bulmazdı. Çünkü insan şu büyük kâinat kitabının en anlayışlı mütalaacısıdır.

İnsan yaratılışı itibariyle, Allah’a iman ve Onu tanıma konusunda en cami bir mahiyete sahiptir. İnsan Penceresinde insanın üç cihetle esma-i İlahiyeye ayna olduğu ifade edilir. Bunlardan birisi de zıddiyet itibariyledir. Soruda geçen noksanlıklar bu noktada insan için büyük bir marifet hazinesidir. İnsan sonsuz acziyle Allah’ın sonsuz kudretine, sonsuz fakrıyla Onun sonsuz zenginliğine ayna olduğu gibi, noksanlıklarıyla da Allah’ın kemaline ayna olur. Diğer iki cihet de nazara alındığında insanın ahsen-i akvim üzere yaratıldığı daha iyi anlaşılır.

Buna göre, ahsen-i takvîm, “kıvama koymanın, biçimlendirmenin, mânen ve maddeten doğrultmanın en güzeli” demek oluyor.

Alâ-yi illiyyîn; “yücelerin en yücesi; en ileri nokta.; cennetteki üstün makam”, esfel-i sâfilîn ise “aşağıların aşağısı, sefillerin en sefili, cehennemin en derin azap mahalli” şeklinde tarif edilmiştir.

Nur Külliyatında, “küfür, mahiyet-i insaniyyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder” denilerek, büyük bir hakikat dersi verilir. Demek ki, insan ahsen-i takvim ile ifade buyrulan bir elmas mahiyetinde yaratılmış. Kendisini rıza çizgisinden, istikamet hattından dışarı çıkarırsa, ceza alarak aşağıların aşağısına atılıyor. Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize edilmiş.

O halde, ahsen-i takvim, “ömür sayfasına en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma”, alâ-yı illiyyîn, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı” esfel-i safilîn ise, “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşüdür,” diyebiliriz.

Nur Külliyatında insanın iman nuruyla alâ-yı illiyîne çıkacağı, küfür zulmetiyle de esfel-i safilîne düşeceği kaydedilir. O halde, insan bu iki makama da bu dünyada eriyor yahut düşüyor. Dünya ahiretin tarlası olduğu için de, ahirette de buna göre cennetin en yüce mertebelerine çıkıyor, yahut cehennemin en derinliklerine iniyor.