İlim ve Din Arasında Herhangi Bir Çatışma Söz Konusu mu?
İlim, madde âleminin, hayatın ve özellikle insanın nasıl vâr olduğunu inceler, bu âlemde cereyan eden İlâhî kanunları bulup çıkarır. Bu kanunlar sâyesinde insanlığın teknik ve medeniyette daha fazla ilerlemesine imkân hazırlar. Din ise, kâinatın ve madde âleminin niçin yaratıldığını ve yaratıcısının kim olduğunu ortaya koyar. Özellikle insanın varlıklar içindeki müstesna mevkiini, yaratılış gayesini ve bu dünyadaki vazifesinin mahiyetini belirtir.
Şu halde ilim ile din için: Varlık âleminin sır ve muamma kutularını açan iki anahtardır denebilir. Biri, varlıkların yaratılış şeklini, maddî mahiyetini ortaya koyarken; diğeri de yaratılış sebebini ve gayesini açıklamaktadır. Bu bakımdan ortada birbirleri ile çatışan bir durum yoktur. Bil'akis birbirlerini tamamlama söz konusudur.
İlim ilerledikçe dinî görüşlerin iflâs edeceğini sananlar, bu noktada yanılmışlardır. Bil'akis, ilmin ileriye doğru attığı her adım, her yeni buluş, düşünen insanlığı dinî akîdelere biraz daha yaklaştırmış ve Allah'ın büyüklüğünü biraz daha yakından göstermiştir. Şöyle ki:
"Kâinatta mevcut kusursuz bir nizamın dayandığı kanunların keşfinden ve bu kanunlardan istifade yollarının araştırılmasından ibaret olan ilimler", bu muhteşem nizamı kuran ve işleten Allah'ın varlığına en kuvvetli bürhan ve şahidlerdir. O yüce Yaratanın varlığını, eşsiz kudretini inkâr etmek; ancak gözle görülen mevcut nizamı inkâr etmekle mümkün olur. Nizamın inkârı hâlinde ise, ortada ilim kalmaz.
Diğer taraftan ilimler, Allah'ın yarattığı varlıklar âlemini incelediklerinden, yaratılıştaki hârikaları, ince hesap ve ölçüleri ortaya koymakta ve varlıklar üzerinde tecelli eden İlâhî isim ve sıfatları meydana çıkarmaktadırlar. Bu bakımdan, ilimlerin Allah'ın isimlerine ayna olduklarını ve herbir ilmin Allah'ın bir ismine dayandığını ve hakikatını o isimden aldığını söyleyebiliriz. Bu hususu Bediüzzaman şöyle izah etmektedir:
"Her bir kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyatın, herbir fennin bir hakikat-ı âliyyesi [yüce bir hakikatı] var ki, o hakikat bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı [çeşitli tecellileri] ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemâlât, o san'at kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir.
Meselâ: Hendese [geometri] bir fendir. Onun hakikati ve nokta-i müntehası [ulaşabileceği en son nokta], Cenâb-ı Hakk'ın ism-i Adl ve Mukaddir'ine yetişip hendese âyinesinde o ismin hakîmane cilvelerini müşahede etmektir.
Meselâ: Tıb bir fendir. Hem bir san'attır. Onun da nihayeti ve hakikatı, Hakîm-i Mutlak'ın Şâfî ismine dayanıp, eczahane-i kübrâsı olan rûy-i zeminde [yeryüzünde] Rahimâne cilvelerini, edviyelerde [devâlarda] görmekle tıb kemâlâtını bulur, hakikat olur.
Meselâ: Hakikat-ı mevcûdattan bahseden hikmetü'l-Eşyâ, Cenâb-ı Hakk'ın (Celle Celâlühû) ism-i Hakîminin tecelliyat-ı kübrâsını müdebbirâne, mürebbiyâne eşyada, menfaatlerinde ve maslahatlarında görmekle ve o isme ve ona dayanmakla şu hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafâta inkılâb eder ve mâlâyâniyât olur veya felsefe-i tabiiye misillû dalâlete [sapıklığa] yol açar.
İşte sana üç misâl! Sair kemâlât ve fünûnu [fenleri] bu üç misâle kıyâs et." (Sözler)
Gerçekten de Bediüzzaman'ın işaret ettiği gibi, ilim ve fenlerin hakikatının İlâhî bir isme istinad ettiği görülmez veya görmezlikten gelinirse, ilmin ya inançsızlğa yol açacağı, veya faydasız birer meşguliyet mahiyeti alacağı, günümüzde pek çok misalleriyle ortaya çıkmıştır.
* İlim - Din İlişkisini Açıklayan Bazı Güzel Sözler:
"İlim, insanlığa, telgrafı, elektriği, teşhisi ve bir takım hastalıkları tedavi çarelerini verdi. Din de ferdlerde ruhî sükûneti ve ahlâkî muvazeneyi te'min eder.
İlim ve din, kâinatın hazinelerini açmak için kullandığımız hakikî iki anahtardır.
İnsan ilimden istifade eder, fakat din ile yaşar."
(William James)
"Bir tabiat kanununu ifade eden her formül, Allah'ı öven bir İlâhîdir."
(Maria Mitchell)
"Hangi sahada olursa olsun, ilimle ciddî şekilde meşgul olan herkes, ilim mâbedinin kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır: "İmân et!" İman, ilim adamının vazgeçemiyeceği bir vasıftır."
(Max Planck)
"Kâinatın Yaratıcısına olan inanç, ilmi araştırmanın en kuvvetli ve en asîl muharrik gücüdür."
(Albert Einstein)
"Vicdanın ziyası ulûm-u diniyyedir [dinî ilimlerdir]. Aklın nuru fünû*-u medeniyyedir [modern fenlerdir]. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervâz eder [uçar]. İftirak ettikleri [ayrıldıkları] vakit, birincisinde taassub; ikincisinde hîle, şübhe tevellüd eder."
(Bediüzzaman)
"Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır."
(Albert Einstein)
"İlim ile din, birbirini nefyetmez (inkâr etmez), bil'akis tamamlar. Çünkü bunlardan biri aklın, diğeri gönlün (kalbin) ışığıdır. Ve insan ne yalnız akıldan, ne de gönülden ibarettir. Fakat hem akıl, hem de gönül sahibi bir varlıktır. Dinsiz ilim belki aklı tatmîn eder, fakat muhakkak ki gönlü karartır. Nitekim ilimsiz din de ruhu ve gönlü ışıtır, fakat aklı karanlıkta bırakır.
Binaenaleyh, insanlığın hayrı ve faydası, ne bugün olduğu gibi yalnız ilme bağlanmaktır, ne de orta zamanlarda olduğu gibi yalnız dine sarılmaktır. Fakat her ikisine birden sahip olmaktır."
(Ali Fuad Başgil)
"Allahu Teâlâ'nın mahlûklarını inceleyen fen adamları, O'nun büyüklüğünü herkesten iyi anlarlar."
(Fahreddin-i Razî)