turk-dreamworld.com Sitesine Hoşgeldiniz.


1. sayfa - 2 sayfa var 12 SonuncuSonuncu
14 sonuçtan 1 ile 10 arası
  1. #1
    Senior Member dmda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Bulunduğu yer
    Gurbet Ellerden...
    Mesajlar
    1.354
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    9.099 Toplam

    Standart Dini Hikayeler Bolumu

    Vurmayın, Resulullahtır O!


    Kendilerine, cenab-ı Hakkın son dinini tebliğ için gelen, onları sonsuz Cehennem ateşinden kurtarmaya çalışan Kâinatın efendisini baş tacı edecekleri yerde, Taifliler taşa tuttular. Atılan taşlara, hazret-i Zeyd, vücudunu siper ederek Peygamberimize bir zarar gelmesini önlemeye çalışıyordu.
    Zeyd hazretleri, sevgili Peygamberimizin etrafında dört dönüyor, taşların O’na değmemesi için çırpınıyordu. O’nun mübarek vücuduna bir zarar gelmesin diye kendisine gelen taşlara aldırmıyordu.
    Canını böyle günlerde feda etmek için fırsat beklemiyor muydu? İşte, âlemlerin efendisini taşlıyorlar, eziyet, işkence yaparak yurtlarından çıkarmaya çalışıyorlardı.
    Hazret-i Zeyd, Peygamber efendimizi korumak için sağa-sola koşturdukça, taşlar; başına, vücuduna, ayaklarına birbiri peşine değiyordu. Bu sebeple, hazret-i Zeyd’in her tarafı kanlar içinde kalmıştı... Sevgili Peygamberini korumak için varını yoğunu harcıyor, taş atan zalimlere karşı avazı çıktığı kadar;
    -Yapmayın!.. Vurmayın!.. O âlemlerin efendisidir! Resulullah’tır O!.. Benim vücudumu parça parça yapın, fakat Peygamberime bir zarar gelmesin!.. diye bağırıyordu.
    Zeyd bin Harise’yi aşarak, Resulullah efendimize gelen taşlar, Efendimizin mübarek ayaklarını kanlar içinde bırakmıştı.
    Sevgili Peygamberimiz, üzüntülü, yorgun ve yaralı bir halde, Utbe ve Şeybe ismindeki iki kardeşin bağına yaklaştılar... Orada, bütün mü’minlerin canlarını feda etmek istediği Resulullah efendimiz, mübarek ayaklarından akan kanları sildiler. Abdest alıp, ağacın altında iki rek’at namaz kıldılar. Sonra mübarek ellerini kaldırıp münacatta bulundular.
    Bu hali, bağ sahipleri seyrediyordu... Resulullah efendimizin başına gelenleri görmüşler, garipliğine şahid olmuşlardı. Merhamet damarları harekete geldi. Addas ismindeki köleleri ile üzüm gönderdiler. Sevgili Peygamberimiz, üzümü yerken Besmele çekti. Üzümü getiren köle Hıristiyan idi. Besmeleyi işitince şaşırıp sordu:
    -Yıllardır buralardayım, kimseden böyle bir söz duymadım. Bu nasıl kelamdır?
    - Sen neredensin?”
    - Nineveliyim. - Yunus’un (aleyhisselam) memleketinden imişsin. - Sen Yunus’u nerden tanıyorsun? Onu, buralarda kimse bilmez. - O, benim kardeşimdir. O da, benim gibi peygamber idi. - Bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sahibi yalancı olamaz. Ben inandım ki, sen Allah’ın Resulüsün,
    diyerek hemen Kelime-i şehadet getirip Müslüman oldu. Sonra da: - Ya Resulallah! Yıllardır bu zalimlere, bu yalancılara kölelik ettim. Herkesin hakkını yiyorlar.
    Herkesi aldatıyorlar. Hiç iyi tarafları yok. Dünyalık toplamak ve şehvetlerini tatmin için her alçaklığı göze alıyorlar. Onlardan nefret ediyorum. Sizinle birlikte gitmek, size hizmetle şereflenmek, cahillerin, ahmakların size yapacağı saygısızlıklara hedef olmak, mübarek vücudunuzu korumak için feda olmak istiyorum, dedi.
    Resulullah efendimiz, tebessüm ederek;
    - Şimdi efendilerinin yanında kal! Az zaman sonra, adımı her yerde işitirsin. O zaman bana gel! buyurdu.
    Konu dmda tarafından (6.02.2012 Saat 15:55 ) değiştirilmiştir.
    Gizli Linkleri Gorebilmek Icin Lutfen Tesekkur Butonunu Kullaniniz.Tesekkur Mesaji Yazmayiniz...
    AlıntıAlıntı

  2. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (6.02.2012)

  3. #2
    Senior Member dmda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Bulunduğu yer
    Gurbet Ellerden...
    Mesajlar
    1.354
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    9.099 Toplam

    Standart Cevap: Dini Hikayeler Bolumu

    Ağızdaki Taşın Hikmeti

    Birgün Hazret-i Ebû Bekr (r.a), hazret-i Fahr-i âlem seyyid-i veled-i âdem Nebiyyi muhterem ve habîb-i mükerremin (s.a.v.) huzûr-ı şerîflerinde, se'âdetle otururlarken; Bir bedbaht kötü huylu kimse; bir edebsizlik edip, Ebû Bekre dil uzatıp, yakışıksız sözler söyledi. Hazret-i Server-i kâinât; o edebsiz, Ebû Bekre edebsizlik etdikce; birşey söylemez, ba'zan da tebessüm eder idi. Hazret-i Ebû Bekr; o bedbaht ve edebsizin edebsizliği haddi aşınca; zarûrî olarak gadaba gelip, birkaç söz söyleyince; hazret-i Fahr-i kâinât, se'âdetle ve devletle yerinden kalkıp, gitdi. Hazret-i Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' Sultân-ı Enbiyânın ardına düşüp, yetişdi ve dedi ki:

    - Yâ Resûlallah! Niçin, bir hayâsız, edebsizlik edip, gönül incitirken, susu, birşey söylemediniz. Şimdi, ben ona söyleyince, kalkıp, gitdiniz; sebebi nedir.

    Hazret-i Fahr-i kevneyn ve Resûl-i sakaleyn 's.a.v.' buyurdu ki:

    - Yâ Sıddîk! O hayâsız ve bedbaht sana dil uzatmağa başladığı zemân, Allahü teâlâ bir melek gönderdi ki, o kimseyi karşılayıp, kovacak idi. Sen, hemen gadaba geldin; söylemeğe başladın. O melek gidip, yerine iblîs geldi. İblîs-i la'înin olduğu yerde, ben durmam.

    Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a) ondan sonra, vaktli vaktsiz söz söylememek için, mubârek ağzına bir taş koyar idi. Ne zemân söz söylemek lâzım gelse, evvelâ fikr ederdi. Bir söz söyliyeceği zemân, o sözü kendi kendine nice zemân düşünür, tefekkürden sonra, mubârek ağzından o taş parçasını çıkarıp, ne söz söyliyecek ise söyler idi. Sonra o taş parçasını mubârek ağzına alıp, tesbîh ve tehlîl ile meşgûl olurdu. Kimseye, hayrdan ve şerden dünyâ kelâmı söylemez, eğer kat'î lâzım ise ve çok efdal ise, söylerdi. Yoksa, gecede ve gündüzde tesbîh ve tehlîl ile meşgûl idi.


    Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
    Gizli Linkleri Gorebilmek Icin Lutfen Tesekkur Butonunu Kullaniniz.Tesekkur Mesaji Yazmayiniz...
    AlıntıAlıntı

  4. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (6.02.2012)

  5. #3
    Senior Member dmda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Bulunduğu yer
    Gurbet Ellerden...
    Mesajlar
    1.354
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    9.099 Toplam

    Standart Cevap: Dini Hikayeler Bolumu

    Ahde Vefa


    Hz.Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler, derlerki

    -Ey halife bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.

    Bu söz üzerine Hz.Ömer suçlanan gence dönerek:

    -Söyledikleri doğrumu diye sorar.

    Suçlanan genç derki evet doğru bu söz üzerine Hz Ömer:

    -Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar.

    Bunun üzerine genç anlatmaya başlar,derki :

    -Ben bulunduğum kasaba hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Hayvanlarımın arasında bir güzel atım varki dönen bir defa daha bakıyor hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyva koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş atım oracıkta öldü, nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım babası öldü, kaçmak istedim, fakat arkadaşlar beni yakaladı,durum bundan ibaret,dedi.

    Bu söz üzerine Hz Ömer söyleyecek bir şey yok bu suçun cezası idam, madem suçunu da kabul ettin...

    Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:


    -Efendim bir özrüm var, ben memleketinde zengin bir insanım babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı, gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım şimdi siz bu cezayı ifnaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettğiniz için Allah indin'de sorumlu olursunuz, bana üç gün izin veriseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün için de yerime birini bulurum der.

    Hz Ömer dayanamaz derki:

    -Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalırki? der,

    Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar derki,

    -Bu zat benim yerime kalır, o zat Amr ibni As' dan başkası değildir. Hz Ömer Amr 'a dönerek

    -Ey Amr delikanlıyı duydun, der.

    O yüce sahabi:

    -Evet, ben kefili, der ve genç adam serbest bırakılır.

    Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur, Medinenin ileri gelenleri Hz Ömere çıkarak gencin gelmeyeceğini, dolayısıyla Amr'ın idamın yerine, maktülün diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz, derler.

    Hz Ömer kendinden beklenen cevabı verir, derki,

    -Bu kefil babam olsa farketmez, cezayı infaz ederim.

    Amr tam bir teslimiyet içerisinde derki,

    -Biz de sözümüzün arkasındayız.

    Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.

    Hz Ömer gence dönerek derki,

    -Evladım gelmeme gibi önemli bir fırsatın vardı neden geldin.

    Genç vakurla başını kaldırır ve:

    -Ahde vefasızlık etti demeyesiniz diye geldim, der.

    Hz Ömer başını bu defa çevirir ve Amr'a derki,

    -Ey amr sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu da onun yerine kefil oldun?

    Amr :

    -Bu kadar insanın içerisinden beni seçti, insanlık öldü dedirtmemek için kabul ettim der.

    Sıra gençlere gelir derlerki,

    -Biz bu davadan vazgeçiyoruz, bu sözün üzerine Hz Ömer :

    -Ne oldu biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vazgeçiyorsunuz?

    Gençlerin cevabı dehşetlidir :

    - Merhametsiz insan kalmadı demeyesiniz diye.

    Gizli Linkleri Gorebilmek Icin Lutfen Tesekkur Butonunu Kullaniniz.Tesekkur Mesaji Yazmayiniz...
    AlıntıAlıntı

  6. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (6.02.2012)

  7. #4
    Senior Member dmda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Bulunduğu yer
    Gurbet Ellerden...
    Mesajlar
    1.354
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    9.099 Toplam

    Standart Cevap: Dini Hikayeler Bolumu

    Ahitname



    Basra'lı Şem'ûn kendi halinde bir mecusidir. Müslümanlarla içli dışlıdır ve bir sürü güzel haslet edinir. Kimseyle uğraşmaz, yalan söylemez, sözünde durur ve cömerttir. Sonra o gülyüzlü komşusunu (Hasan-ı Basri Hazretlerini) çok beğenir, uzaktan bile görse ayağa kalkar, hürmetle yol verir.


    Hasan-ı Basri, Şem'ûn'un Müslüman olmasını çok ister. Hatta bazı geceler sabahlara kadar yalvarır onun ve onun gibiler için hidayet diler. Rahman ve Rahim olan Rabbimiz bu duaları kâbul eder ve mübareğin tebliğ için beklediği fırsatı önüne çıkarır. Nasıl mı? Anlatalım.


    Şem'ûn amansız bir hastalığa yakalanır. Birkaç gün içinde mum gibi erir ki artık öleceğinin farkındadır. Hasan-ı Basri biraz süt, biraz hurma alır, komşusunun kapısını tıklatır. Şem'ûn onu görünce çok duygulanır. Ağlamakla gülmek arasında gidip gelen bir sesle 'Ey asil komşum' der 'niye zahmet ettin ki?'


    -Ne zahmeti, vazifemiz değil mi?


    -Biliyor musun ben gidiciyim.


    -Hepimiz gidiciyiz.


    -Korkarım ahirette de görüşemeyeceğiz. Zira inandıklarım doğruysa aynı yerde olmayacağız.


    Mübarek acı acı gülümser.


    -Peki' der, ya benim inandıklarım doğruysa?


    -Yine aynı yerde olmayacağız, zira beni taptığımla yakacaklar.


    -Bak Şem'ûn ateş yaratıcı değil mahlûktur. Alemlerin Rabbi (Celle Celalüh) dilemezse kimseye bir şey yapamaz.


    -Müslümanlar buna benzer şeyleri çok söylerler ama ateşin yakmadığı nerede görülmüş?


    -Ateşin yakmadığını görsen bana inanır mısın?


    -İnanırım.


    Biliyor musunuz veliler hallerini bir sır gibi saklar, tanınmaktan, bilinmekten sıkılırlar. Ancak böylesi hayati kavşaklarda keramet göstermek zorunda kalırlar. Nitekim Hasan-ı Basri Hazretleri de mangaldaki ateşi avuçlar, kızgın korla kollarını sıvazlar. Şem'ûn hayretler içindedir. Büyük veli, bunlar sıradan şeylermiş gibi gülümser, 'İstersen yanan fırına girelim' der, 'var mısın?'


    -Yoo, hayır. Bu kadarı yeter.


    -Görüyorsun işte. Senin, benim, dağların, göklerin, denizlerin yaratıcısı onu zararsız kıldı.


    -Sanırım, Allah'ın büyüklüğünü kabullenmek zorundayım
    .
    -Al, istersen dokunabilirsin. Eğer ateş bir şeye kaadirse yaksın da görelim.


    -Diyecek bir şey bulamıyorum.


    -Ama benim diyecek çok şeyim var. Yapma Şem'ûn, kendine kıyma. Gel iman et ve kurtul. Altından nehirler akan köşkler, nefis şerbetler, bahçeler, huriler seni bekliyor. Bir kere kelimeyi şahadet söyle, ebedi saadete kavuş.


    -Bu kadar kolay mı yani?


    -Evet bu kadar kolay.


    -Ama benim ömrüm günah içinde geçti.


    -Benim ki de öyle ama Allah-ü teâlâ affedicidir.


    -Ne desem bilmem ki, bunca yıldır mecusi olarak yaşadıktan sonra...


    -Sakın 'millet ne der?' diye düşünme, sadece kalbinin sesini dinle.


    -Kalbim seninle beraber, yalnız endişelerim var.


    -Nasıl yani?


    -Sahi, Rabbim beni kâbul eder mi?
    -Eder.


    -Bana kulum der mi?


    -Der.


    -Emin misin?


    -Adım gibi.


    -Peki kefil olur musun?


    -Olurum.


    -Ahitname de yazar mısın?


    -Yazarım.


    -Mührünü de basar mısın?


    -Basarım.


    -İyi öyleyse, sen şimdi bana yapmam gerekenleri söyle.


    Şem'ûn oğullarını, yakınlarını çağırır. Kalabalığın huzurunda iman eder. Olacak bu ya hemen o gün ecel şerbetini içer. Onu söz konusu kâğıtla birlikte toprağa verirler.


    Hasan-ı Basri Hazretleri hem şaşkın, hem sevinçlidir. Omuzlarından irice bir yük gitmiştir. Definden sonra evine gelir. Bir başına kalınca hadisenin muhasebesini yapar ve birden dehşete düşer. Büyük bir pişmanlıkla 'yaptığını beğendin mi' der, 'sen kim oluyorsun da ahidname veriyorsun. Kendini kurtaracağın şüpheli, kalkıp başkalarına kefil oluyorsun. Eyvah ki ne eyvah! Aman Allah'ım ben ne yaptım!'


    O gece binlerce, onbinlerce kez tövbe eder, 'Yarabbi, ben acizin, zavallının biriyim' der, 'n'olur bu cüretimi affeyle!' Hasan-ı Basri o kadar ağlar ve o kadar yalvarır ki bitap düşer. Birara içi geçer, rüyasında Şem'ûn belirir, çok neşelidir. Öylesine nurludur ki dolunayı imrendirir. Başında cennet cevahirleriyle süslenmiş bir taç vardır. Hasan-ı Basri Hazretlerine döner 'Meğer Allah-ü teâlâ ne büyükmüş' der, 'merhametinin zerresi benim gibi nice asiye yetti.'


    -Peki ya ahitname?


    -Ona bakmadı bile, istersen geri verebilirim.


    -Yalvarırım ver, n'olur ver.


    -Al!


    Hasan Basri Hazretleri heyecanla uyanır. Ne görse beğenirsiniz.


    Kâğıt elindedir.


    Gizli Linkleri Gorebilmek Icin Lutfen Tesekkur Butonunu Kullaniniz.Tesekkur Mesaji Yazmayiniz...
    AlıntıAlıntı

  8. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (6.02.2012)

  9. #5
    Senior Member dmda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Bulunduğu yer
    Gurbet Ellerden...
    Mesajlar
    1.354
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    9.099 Toplam

    Standart Cevap: Dini Hikayeler Bolumu

    Ahsen-ül Kasas

    Başlıkta okuduğumuz terkip, 'Kıssaların en güzeli' demektir. Bu tâbir, Kur'ân-ı Kerim'de, Hz. Yûsuf aleyhisselâmın kıssası için kullanılmıştır. Bu kıssayı, ya bir tefsirden, veya onunla alâkalı bir kitaptan okumanızı tavsiye ederiz.

    Bildiğimiz sebeplerle Kenan diyarından Mısır'a getirilen Hz. Yûsuf, Yâkup aleyhisselâmın oğludur. Dedesi Hz. İshak, büyük dedesi de Hz. İbrâhim'dir. Hepsi de şirke karşı tevhîdi, küfre karşı îmânı tebliğ etmiş, Allâh'ın nûrunu kalplere nakşetmek için mücâdele etmişlerdir.

    Böylesine muazzez, mukaddes ve müberrâ bir nesilden gelen Hz. Yûsuf, aristokrat bir hayat içinde yüzen Mısır saraylarında; hayâ, edep ve terbiye âbidesi olarak insanlara örnek olmuş, aslâ gayr-i meşrû tekliflere iltifat etmemişti. Hatta ahlâksızca yapılan îmâ ve baskılara karşı Cenâb-ı Hakka, bunlardan kurtarması için yalvarıp, 'Zindan, bunların beni dâvet ettiği şeyden iyidir Rabbim, dedi.' (S. Yûsuf, 33)

    Sonra, Aziz ve arkadaşları, Hz. Yûsuf (a.s.)'un mâsûmiyetini isbat eden bütün o kat'î delilleri görmelerine rağmen, halkın dedi-kodusunu kesmek için onu zindana attılar. Hatta onunla beraber, biri hükümdârın sâkîsi, diğeri de ekmekçisi olmak üzere iki delikanlı daha hapse atıldı. Onlar, hükümdarı zehirlemeye teşebbüs etmek suçuyla itham olunuyorlardı.

    Bunlardan biri,


    - Ben rüyamda kendimi şarap için üzüm sıkıyor gördüm, dedi.

    Öbürü ise;

    - Ben de rüyamda kendimi başımda ekmek ***ürüyor, kuşlar da gagalayıp yiyor gördüm, dedi. Bize bunların tâbirini haber ver; çünkü biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz, dediler.

    Dahhak rahımehullah hazretlerine;

    - Yûsuf aleyhisselâmın iyiliği ne idi? diye sorulduğunda, şöyle cevap verdi:

    - O, dâima iyiliği tercih eder, bütün hâl ve hareketlerinde güzel ahlâkını gösterirdi: Zindandaki hastaları ziyaret eder, mahzunlara dost ve arkadaş olup onları tesellî eder, yeri dar olanlara genişlik sağlar, muhtaç olanlara yardım toplayıp verirdi.

    Yûsuf aleyhisselâm delikanlılara dedi ki:

    - Size rüyanızda rızık olarak yiyecek bir şey gelecek oldu mu, ben muhakkak onun ne olduğunu, daha size gelmezden evvel rüyanızı tâbir eder, haber veririm.

    Dikkat edilirse, Yûsuf aleyhisselâm onları, kendisine sorulanlara cevap vermezden evvel, tevhîde dâvet ve doğru yola irşad etmek istiyor. Bu dâvet ve tâbirinde doğruluğuna delâlet etmek üzere de, gaybden haber verme mûcizesini anlatıyor. Zira bütün peygamberlerin, peygamber olduklarını isbat için mûcize göstermeleri gerekir.

    Yûsuf aleyhisselâm konuşmasına devam ederek şöyle diyor:

    - Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Çünkü ben, Allâh'a inanmayan, âhireti de inkâr eden bir kavmin dînini terk ettim. Atalarım İbrâhim, İshak ve Yâkub'un dînine uydum. Allâh'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bizim için doğru olmaz. Bu tevhid, bize ve bütün insanlara Allâh'ın bir lûtfudur; fakat, insanların çoğu buna mukabil şükretmezler.

    Ey Benim zindan arkadaşlarım, düşünün bir kere; darma dağınık birçok rabler mi iyi, yoksa her şeyi hükmü altında tutan ve kahredici olan bir tek Allah mı?

    Sizin onu bırakıp taptıklarınız, kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları kuru, mânâsız ve boş isimlerden başkası değildir. Allah, onların gerçekliği hakkında hiçbir delil indirmemiş, onlara hiçbir güç vermemiştir. Hüküm, yalnız Allâh'ındır. O, yalnız kendisine ibâdet etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

    Ey zindan arkadaşlarım, rüyalarınıza gelince; biriniz efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılıp tepesinden kuşlar yiyecektir. İşte hakkında fetvâ istemekte olduğunuz mes'ele, böylece olup bitmiştir.

    Bundan sonra Yûsuf aleyhisselâm, bu iki delikanlıdan, kurtulacağını bildiği kimseye yani sâkîye dedi ki:

    - Beni efendinin yanında an, benden bahset.

    Fakat şeytan, efendisine onu anlatmayı unutturdu. Bu yüzden Yûsuf aleyhisselâm, daha nice yıllar zindanda kaldı. (S. Yûsuf, 35-42)

    Yani Hz. Yûsuf, Allah'tan başkasından yardım istediği için, beş yıllık mahpusluktan sonra, yedi yıl daha hapiste kaldı. Zira böyle bir istek ümmetten herhangi bir fert için gayet normal olmakla birlikte, bir peygamber için münasip değildi.

    Onun zindanda kaldığı 12 sene âyet-i kerimedeki 'üzkürnî ınde rabbik' kavl-i keriminin harflerinin miktarına müsâvidir. Bu 12 adedinde daha başka acâib sırlar da vardır:

    Burçlar, aylar on ikidir. 'Lâ ilâhe illallah' ve 'Muhammedün Resûlüllah'ın asılları da on ikişer harftir.

    Kezâ Yâkup aleyhisselâmın oğulları da 12 idi. (Rûhu'l-Beyan)

    Yûsuf aleyhisselâm, Mısır'ın iktisadî bakımdan en kritik bir devresinde yani yedi sene süren kıtlık yıllarında hazînenin başına geçmiş ve önceden aldığı tedbirlerle ülkeyi bir bâdireden kurtarmıştır.

    Hz. Yûsuf, bu güzel hizmeti yapmayı, bizzat kendisi tercih etmiştir. İlk bakışta, peygamberlik makamında bulunan bir zâtın Mısır Hükümdârı'nın emrinde (bugünkü tâbirle) Mâliye Bakanlığı yapması garip karşılanabilir; fakat, insanlığa iktisadî yönden bir hizmet verirken, kazandığı sevgi-saygı ve hüsn-i zanla en müessir bir şekilde İslâm'ı tebliğ, telkin ve tâlim etmesi, kısacası o milleti maddî-mânevî tehlikelerden beraberce kurtarması, ibret ve ders alınacak bir husustur.

    Onun içindir ki, Kur'ân-ı Hakîm'de Yûsuf aleyhisselâmın kıssasına, kıssaların en güzeli mânâsında, 'Ahsenü'l-Kasas' tâbir edilmiştir.

    Gizli Linkleri Gorebilmek Icin Lutfen Tesekkur Butonunu Kullaniniz.Tesekkur Mesaji Yazmayiniz...
    AlıntıAlıntı

  10. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (6.02.2012)

  11. #6
    Senior Member dmda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Bulunduğu yer
    Gurbet Ellerden...
    Mesajlar
    1.354
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    9.099 Toplam

    Standart Cevap: Dini Hikayeler Bolumu

    Alabilirsen al

    Hacı Bayram-ı Velî'nin doğduğu Zülfadl (Sol-Fasol) köyünden bir genç askere çağrılmıştı. Yetim olan bu temiz genç, babasından kalma birkaç altınını, annesinden kalan hâtıra bilezik ve küpleri emânet edecek bir kimse bulamadı. Hepsini küçük bir çekmeceye koyup, Hacı Bayram-ı Velî'nin türbesine getirdi. Türbeyi ziyâret edip;

    "Yâ hazret-i Hacı Bayram-ı Velî! Beni vatanî vazifemi yapmak için çağırdılar. Annemden ve babamdan kalma şu hâtıraları emânet edecek bir kimse bulamadım. Bu küçük çekmeceyi zâtı âlinize emânet bırakıyorum. Eğer askerden dönersem, gelir alırım. Şâyet dönemezsem, istediğiniz bir kimseye verebilirsiniz!" diye münâcaat etti.

    Sonra çekmeceyi sandukanın kenarına koyarak ayrıldı.

    Aradan yıllar geçti. Gencin askerliği bitti ve emânetini almak üzere Hacı Bayram-ı Velî'ye geldi. Ziyâretini yapıktan sonra, çekmeceyi koyduğu yerde buldu. Hiç dokunulmamıştı.

    Orada türbeyi bekleyen türbedâra;

    "Bu çekmece benimdir. Askere gitmeden önce emânet bırakmıştım. Şimdi alıyorum." dedi.

    Türbedâr;

    "Tabi, alabilirsen al. Çünkü ben, bir defâsında bu çekmecenin yerini değiştirmek istedim. Fakat bütün uğraşmalarıma rağmen yerinden bile oynatamadım. Bunda bir hikmet olduğunu düşünerek, bir daha elimi bile sürmedim."

    Genç, çekmecenin yanına gelip, Hacı Bayram-ı Velî'ye teşekkür etti ve emânetini alarak köyüne döndü.


    Gizli Linkleri Gorebilmek Icin Lutfen Tesekkur Butonunu Kullaniniz.Tesekkur Mesaji Yazmayiniz...
    AlıntıAlıntı

  12. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (6.02.2012)

  13. #7
    Senior Member dmda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Bulunduğu yer
    Gurbet Ellerden...
    Mesajlar
    1.354
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    9.099 Toplam

    Standart Cevap: Dini Hikayeler Bolumu

    Adak



    Padişahlar meclisinin kandili Sultan Mahmut Gazne'den kalkıp Hintlilerle savaşa gitmişti.

    Hintlilerin pek kalabalık olan ordularını görünce canı sı*kıldı, şaşırdı. O adil sultan bir adakta bulundu; "eğer" dedi, "Bu orduyu yenebilirsem, elde edeceğim bütün ganimetleri yoksullara dağıtayım." Nihayet savaş bitti. Sultan Mahmut galip gelmiş, sayısız ganimetler elde edilmişti. O kara yüzlü düşman bozulup dağılmış, ardına da bir parçasına bile kimse*nin değer biçemeyeceği ganimetler bırakmıştı.

    Sultan, hemen adamlarından birini çağırıp dedi ki:

    - Bu ganimetleri yoksullara dağıt. Çünkü savaştan Önce Allah'a adakta bulunmuştum. Şimdi bu adağımı yerine getirmem la*zım."

    Herkes itiraz etti,

    - Bunca mal, bunca altın değer bilmez bir avuç yoksula verilir mi? Ya askere ver, memnun olsun, düşmanına kinlenerek savaşa hazırlansın, ya da emret hazi*ne ne ***ürsünler" dediler.

    Sultan tereddüde düştü, düşünceye daldı. Adağımı yerine getirip yoksullara mı dağıttırayım, yoksa dediklerini mi yapayım, diye şaşırdı kaldı. Tam o sırada Ebul Hüseyn denen zeki bin meczup ordunun içinden geçiyordu. Sultan Mahmut onu uzaktan görünce "hah" dedi, "Şu meczubu yanıma getir*teyim, ona sorayım, ne derse onu yapayım. Çünkü o ne asker tanır, ne de sultan. Söylenecek sözü sakınmadan söyler."

    Ebul HÜseyn'i yanına çağırdı, olayı ona olduğu gibi anlattı.

    Meczup dedi ki:

    -Sultanım şimdi iki şeyden birini yap*mak gerek. Eğer bir daha Allah'a işin düşmeyecekse merak etme; bunların dediğini yap, adağını düşünme. Yok, bir za*man gelecek, yine işin ona düşecekse utan, onlara uyma sa*kın, adağını yerine getir. Madem Allah sana yardım etti, işini düze çıkardı; demek ki kendisine düşeni yaptı. Sana düşen iş nerde peki? Niçin sözünü yerine getirmiyorsun?

    Sonunda Sultan Mahmut ganimetin hepsini yoksullara dağıttırdı, sonu da adı gibi Mahmut oldu.


    Kaynak: Mantıku't- Tayr, Kuş Dili, Feridüddin Attar
    Gizli Linkleri Gorebilmek Icin Lutfen Tesekkur Butonunu Kullaniniz.Tesekkur Mesaji Yazmayiniz...
    AlıntıAlıntı

  14. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (6.02.2012)

  15. #8
    Senior Member dmda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Bulunduğu yer
    Gurbet Ellerden...
    Mesajlar
    1.354
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    9.099 Toplam

    Standart Cevap: Dini Hikayeler Bolumu

    Alay etmenin cezası


    Gavs-ül-Memdûh hazretleri, bir gün dergâhın önünde otururken Abdürrahîm Efendiyi huzûr-ı şerîflerine çağırdı. Şam'a gidip gitmediğini sordu.

    O da;
    "Gitmedim efendim" deyince;

    "Şu tarafa bak bakalım ne göreceksin?" buyurdu.

    İşâret ettiği yöne baktığında, yemyeşil bahçeleriyle, Şam'ın karşısında durduğunu hayretle gördü. Şam'ı merakla seyrettiğini gören Gavs-ül-Memdûh;

    "Abdürrahîm! Boşi köyü buradan uzakta mıdır görülebilir mi?" buyurunca, rüyâdan uyanır gibi Şam gözlerinden silindi ve hocasına;

    "O köy buraya uzaktır, görünmez efendim." diye cevap verdi.

    Bunun üzerine;

    "Doğu tarafına bak!" buyurdu.

    O anda küçük bir tepenin yamacında kurulmuş olan Boşi köyü gözünün önüne geldi. O anda köyün bir kenarında, Gavs-ül-Memdûh'un talebelerinden birkaç tânesi oturmuş sohbet ediyorlardı. Köy bekçisi de yanlarında sırt üstü uzanmış yatıyor, talebelerle alay ediyordu.
    Gavs-ül-Memdûh;

    "Abdürrahîm! Bekçinin arkadaşlarınla alay ettiğini görüyor musun?" diye sordu.

    O da;

    "Görüyorum efendim. Eğer müsâade buyurursanız hemen hakkından geleyim." diye sordu.

    Hocasının hiç cevap vermemesinden cesâretlenerek ayağını hızla bekçiye doğru salladı. Allahü teâlânın izniyle, ayağı bekçinin tam karnına isâbet etmiş ki, birden karnını tutmaya ve feryâd etmeye başladı. Bir daha vuracaktı, fakat Gavs-ül-Memdûh;

    "Yeter yâ Abdürrahîm!" buyurunca, durdu.

    Boşi köyü de gözünden kayboldu. Hocasının bu kerâmetlerine hayran kalmıştı.

    Aradan on gün geçmişti. Boşi köyünün bekçisi, yüzü sarılı bir hâlde Gavs-ül-Memdûh'un huzûruna çıkarıldı. Ağzı sol kulağına kadar eğilmişti. Eğilen taraf kırış kırış olmuş, diğer tarafı da davul zarı kadar gerginleşmişti. Bu sebeple ne ağladığı ne güldüğü, ne de konuştuğu anlaşılıyordu. Zor konuşabilen bekçi;

    "Aman yâ Hocam! Allahü teâlâyı zikreden talebelerinle alay ederken, birisi şiddetle karnıma vurdu. O anda bütün vücûdum hareketsiz kaldı. Ağzım da bu hâle geldi. Bundan böyle hatâmı anladım ve tövbe ettim. Ne olur beni affediniz ve ağzımın eski hâle gelmesi için duâ ediniz." diyerek ağladı.

    Gavs-ül-Memdûh onun bu durumuna çok üzüldü. Merhamet edip ellerini kaldırarak duâ etmeye başladı. Sonra mübârek elini bekçinin yüzüne sürdü. O anda bekçinin ağzı, Allahü teâlânın izniyle eski hâline geldi.

    Gizli Linkleri Gorebilmek Icin Lutfen Tesekkur Butonunu Kullaniniz.Tesekkur Mesaji Yazmayiniz...
    AlıntıAlıntı

  16. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (11.02.2012)

  17. #9
    Senior Member dmda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Bulunduğu yer
    Gurbet Ellerden...
    Mesajlar
    1.354
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    9.099 Toplam

    Standart Cevap: Dini Hikayeler Bolumu

    Allah Kulunu Nasıl Zikreder
    Adamın biri, geceleri devamlı Allah'ı zikrederdi. Bütün gecesi zikir fikir içinde geçerdi. Zikir kalbine yerleşmiş, gönlüne tat vermişti. Bir gün şeytan bu adama yaklaştı ve ona,
    “Böyle devamlı Allah'ı zikretmen ne zamana kadar sürecek. Sen gece gündüz Allah diyorsun, peki bir kere olsun Allah da sana buyur kulum dedi mi? Zikrinin karşılığını aldın mı? Madem sana bir karşılık verilmiyor, sen bu kötü halinle ve kara yüzünle ne zamana kadar Allah diyeceksin?” diye vesvese verdi.

    Bu vesvese adama tesir etti. Kalbi karıştı. onu gerçek zannetti. Demek ben Allah'ı zikretmeye layık bir kul değilim bana karşılık verilmiyor diyerek zikri bıraktı ve uyudu.

    Gece rüyasında Hızır aleyhisselamı gördü. Hz. Hızır ona,

    -Allah'ı zikretmeyi niçin terk ettin; zikirden niçin pişmanlık duydun? diye sordu.


    Adam,

    -Ben sürekli Allah Allah diye zikrettim; fakat bir gün olsun Allah'tan “buyur kulum'' diye bir karşılık duymadım. Ben bu işe layık olmadığımdan ve Allah'ın kapısından kovulmaktan korkuyorum, dedi.

    O zaman Hz. Hızır (a.s) adamı şöyle uyardı:

    -Senin Allah Allah demen, O'nun buyur kulum demesi dır. O seni zikretmese sen O'nu hiç zikredemezdin. Senin O'na kavuşma arzusu ile amel edip çırpınman O'nun tarafından sana verilmiş bir cezbedir. O seni sevmese kendi yolunda koşturmazdı. Senin Allah'tan korkun ve O'na duyduğun aşk, O'nun sana lütfüdür. Senin her yâ Rabbi diye inleyişinde O da sana yönelir, seni dinler ve karşılık verir. Allah bir kulun kalbini bağlarsa, o kul Allah'ı zikredemez. Allah yolunu açmazsa, kul dua edemez. Sen başına gelen bir dert içinde Allah diyorsan, O sana kendisini zikrettirmek için bu derdi vermiştir. Gaye seni kendisi ile meşgul etmektir. Korkma, Allah de. Zikre ve duaya devam et. Hiçbir zikir ve dua karşılıksız kalmaz. Zerre kadar bir amel dahi zayi olmaz. Allah Firavun'a mal verdi, dert vermedi. O da hiç inleyip zikretmedi. Allah'ı zikrettiren dert, O'nu unutturan maldan ve sıhhatten daha hayırlıdır.


    Mesnevi Tercümesinden konuyu aktaran D.Selvi:


    "Kalp ya dertle ya da muhabbetle Allah der Allah'a yönelir. Kul bilmese de böyledir.O'nu severek zikredenler şükretmiş olur,mükafat alır. Yüce Allah'ı zikretmenin mükafatı, Allah katında zikredilmek ve sevilmektir." der.

    Gizli Linkleri Gorebilmek Icin Lutfen Tesekkur Butonunu Kullaniniz.Tesekkur Mesaji Yazmayiniz...
    AlıntıAlıntı

  18. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (11.02.2012)

  19. #10
    Senior Member dmda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Bulunduğu yer
    Gurbet Ellerden...
    Mesajlar
    1.354
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    9.099 Toplam

    Standart Cevap: Dini Hikayeler Bolumu

    Allah Mazlumları Zorbalardan Korur

    İbrahim Aleyhisselam'ın bir kıssası vardı. Bir zaman İbrahim Aleyhisselam, eşi Sare validemizle birlikte Mısır'a gider. O devirde Mısır'da Firavunlar hüküm sürmektedir. Firavun zulümde en zirveye çıkmıştır. Şehrin giriş ve çıkışları kontrol altındadır. Gelen gidenlerin haberleri anında Firavuna bildirilmektedir. Özellikle kadınlara karşı zaafı olan Firavun, gözüne kestirdiği kadını yanında alıkoyuyordu.

    Görevliler Sare validemizi alıp, Firavun'a gotürmek isterler. İbrahim Aleyhisselam'a sorarlar:

    - Bu kadın senin neyindir?

    İbrahim Aleyhisselam:

    -Benim kardeşimdir, der.

    Sonra da Sare validemizin yanına gidince ona bir açıklama getirir:

    -Bugün bana senden sordular, ben de seni kardeşim olarak tanıttım. Sana da sorarlarsa beni yalancı çıkartma. Bu memlekette Allah'a inanan ikimizden başka kimse yok. Seninle eş olmanın yanında aynı zamanda iki din kardeşiyiz. Benim onlara kardeşimdir demem, din kardeşliği açısındadır.

    Bekledikleri an geldi, Firavun Sare validemizi istedi. Görevli adamların eşliğinde Sare validemiz zorla Firavunun huzuruna çıkarıldı.

    Anlama ve idrak kapasitesi zayıf ya da fitne çıkarmaya niyetli bir takım insanlar bu hadiseyi değişik yerlere çekmektedirler. Bir peygamber hanımını yabancı bir insana nasıl gönderirmiş? Hadiseyi baştan sonra akıl gözü ile takip edenler, bu olayda en küçük bir olumsuzluğun olmadığını görecekler. Hatta günümüze birçok dersler de çıkarmak mümkündür. Bu olay hadisi şeriflerde şöyle haber verilmektedir. Sare, Firavunun karşısına çıkar.

    Hadisi Şerifte Firavun zorba olarak anlatılmaktadır. Zorba Sare'ye yaklaşmak için oturduğu yerden ayağa kalktı. Sare o sırada zorbadan izin istedi, abdest alıp iki rekât namaz kıldı ve şu niyazda bulundu:



    "Ya Rabbim!Sana ve gönderdiklerine iman etmişim. Bu ana kadar kocamdan başkasına karşı ırzımı, namusumu korumuş isem, şu kâfiri üzerime saldırtma, beni ondan koru!"

    Firavun da Sare'yı bekliyordu. Namazını kılıp duasını eden Sare validemiz, Firavunun yanına döndü. Firavun kaldığı yerden tekrar yaklaşmaya başladı. Tam o esnada Firavunun ayakları kendini tutmaz oldu, olduğu yere yıkılıp kaldı. Aciz duruma düşen kuş gibi çırpınmaya başladı. Bu durumu gören Sare validemiz endişeye kapıldı, Firavun bu halde ölecek olsa, sorumlu onu tutacaklardı. Sare validemiz yine Rabbine yöneldi:

    "Ya Rabbim!
    Bu ölürse, benim üzerime atarlar, onu eski haline getir."

    Zorba eski durumuna geldi. Ancak Sare'den de vazgeçmemişti. Tekrar Sare validemizin üzerine yürüdü. Sare validemiz bu sefer de izin istedi. Namazını kıldı, duasını yaptı ve aynı hadise cereyan etti. Bu olay üç defa tekrarlandı.

    Firavun yaşadıkları karşısında dehşete düştü. Adamlarına emirler verdi:

    -Bu kadını aldığınız yere gotürün. Bana kadın diye getirdiğiniz şeytanın ta kendisidir. Benden uzak olsun, yanına cariyelerimden birini de verin.

    Böylece Sare validemiz, Firavunun zulmünden, tecavüzünden korundu. Bir de yardıma mahzar oldu. Sare eşinin yanına gelince:

    -Ey İbrahim! Rabbim beni zorbanın şerrinden korudu, bir de şu cariyeyi bize ihsan eyledi, dedi.

    Bunlar Mevla'mızın ayetlerindendir, her bir ayette insana bir mesaj vardır.


    Konu dmda tarafından (11.02.2012 Saat 19:11 ) değiştirilmiştir.
    Gizli Linkleri Gorebilmek Icin Lutfen Tesekkur Butonunu Kullaniniz.Tesekkur Mesaji Yazmayiniz...
    AlıntıAlıntı

  20. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (11.02.2012)

 

 
1. sayfa - 2 sayfa var 12 SonuncuSonuncu

Benzer Konular

  1. iPhone Soru-Cevap Bolumu..
    Von TolgaNL im Forum iPhone, iPod Firmware, Jailbreak-Unlock, Software
    Cevaplar: 172
    Son Mesaj: 29.05.2011, 14:02

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Page generated in 1.711.667.467.02971 seconds with 23 queries Sayfa Boyutu (296885)