Ey gönül gel başkalarından geçip aşka uy,
Hakîkat ehli cemaatı aşkı imam kılmış.
Niyâzî‐i Mısrî
Aşk, sarmaşık anlamına gelen “ışk” kelimesinden alınmıştır. Sarmaşık, sarıldığı yeri nasıl kaplarsa, aşk da girdiği kalbi hatta insanın vücudunu öylece sarar.
Aşk, hem yaşanan duygusal, yani varoluşçu gerçekliği hem de varlıksal, yani ontolojik gerçekliği olan bir kavramdır. Bazı şairler anlamca “aşk“ sözcüğünden daha geniş kapsamlı olan “ışk” sözcüğünü tercih etmiştir. Âşk'ı daha çok duygusal bir sevgiyi ve muhabbeti ifade etmek için kullanmasına rağmen, “ışk” ile ulvî ve manevi sevgiyi dile getirmiştir. Dolayısıyla iki çeşit aşk'tan söz edilebilir.
Birincisi ilâhî aşk, yani beşerî aşktır. Başka bir deyişle Allah Teâlâ’ya yaratıcı aşkına ilâhî aşk diyebiliriz. Çünkü varlıklar özünü bu aşktan almışlardır,varlıkların özü Allah Teâlâ'nın yaratıcı aşk'ının ta kendisidir; ikincisi ise varoluşçu ve yaşanan aşk'tır. Varoluşçu aşk insanın özünde gizli bulunan aşkı gerek duygu ve düşüncesine gerekse davranış ve hareketlerine yansıtmasıdır. Bu aşk, insanın bilgi ve bilinç seviyesine bağlı olarak komedik ya da trajik biçimde tezahür edebilir. Tutku ve ihtirasların tatmini esasına dayanan insanı güldürüp eğlendiren dünyalık aşk'a biz komedik aşk diyebiliriz. Gelip geçici olan bu aşkın tam tersine, dünyayı ve insanı dünyevi şeylere bağlayan duygu ve düşüncelerin bütününü yok sayan bir başka aşk vardır. Gerçek aşk budur. Buna göre, insan kendisini dünyevi tutkularından kurtardığı ölçüde komedik aşk'tan kurtulup, gerçek aşk'a, ilahi aşk'a ulaşabilecektir.
“Kenz‐i mahfî” yani “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim, mahlûkatı yarattım” hadisine göre muhabbet, başlangıçta Allah Teâlâ’dan zuhur etmiş ve bütün mahlûkatın yaratılmasına sebep olmuştur. Kur’ân‐ı Kerim’deki “Allah onları, onlar da Allah’ı severler.” Mâide, 54. ayetinde sevginin ve muhabbetin önce Allah Tealâ’dan geldiği anlaşılmaktadır. İbnü’l‐Arabî sevgiyi varlığın ilk âmili ve yaratılış sebebi olarak kabul etmiştir. Yani Hakk’ın mevcûdâtın ayanında
halk ile zuhuru onların yoktan yaratılmaları değildir. Hakk, ezelde bilinmek istedi. Bilinmesi içinde kemâlâtını varlık aynasında ızhar etmekten başka bir yol olmadığından halkı yarattı ve mahlûkatın sûretlerinde tecellî etti. Haricî vücûd aracılığıyla zuhûra olan sevgisi, âlemi yaratmasına sebep oldu.
Bu nedenle aşk, her şeyin temelidir ve kainâtın ruhudur. İnsanda aşk yüzünden var oluşunun ilk kaynağına geri dönmeye çabalar.” Aşk öyle bir ateştir ki, parlayınca mâşuktan başkasını yakar.”
Gerçek anlamda aşk Allah Teâlâ’yı talep etmek ve O’nu sevmektir. O halde âşık bir anlamıyla da taliptir. Hakk’ı isteyen ve seven herkes âşık olabilir. Ancak âşık kendi gönlünü ma’şuk için boşaltması, akıl bağından kurtulup iç âlemini sevdiğinden başka diğer bütün isteklerden temizlemesidir. Aslında aşk aklı aciz bırakır. Fakat onsuzda olamaz. Ma’rifete yani ilahî bilgiye ulaşabilmenin yolu akıl ve nazar değil ilâhî aşktır. Allah Teâlâ’ya akılla değil ancak aşkla ulaşılabilir.
NİYÂZÎ‐İ MISRÎ - DİVAN‐I İLÂHİYYAT VE AÇIKLAMASI
Paylaş