turk-dreamworld.com Sitesine Hoşgeldiniz.


2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: İlahi Aşk

  1. #1
    Senior Member Hezekiel - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    491
    Total 'Thanks' Received by This User :
    0 Bu Konu icin
    256 Toplam

    Standart İlahi Aşk

    Ey gönül gel başkalarından geçip aşka uy,
    Hakîkat ehli cemaatı aşkı imam kılmış.
    Niyâzî‐i Mısrî

    Aşk, sarmaşık anlamına gelen “ışk” kelimesinden alınmıştır. Sarmaşık, sarıldığı yeri nasıl kaplarsa, aşk da girdiği kalbi hatta insanın vücudunu öylece sarar.
    Aşk, hem yaşanan duygusal, yani varoluşçu gerçekliği hem de varlıksal, yani ontolojik gerçekliği olan bir kavramdır. Bazı şairler anlamca “aşk“ sözcüğünden daha geniş kapsamlı olan “ışk” sözcüğünü tercih etmiştir. Âşk'ı daha çok duygusal bir sevgiyi ve muhabbeti ifade etmek için kullanmasına rağmen, “ışk” ile ulvî ve manevi sevgiyi dile getirmiştir. Dolayısıyla iki çeşit aşk'tan söz edilebilir.

    Birincisi ilâhî aşk, yani beşerî aşktır. Başka bir deyişle Allah Teâlâ’ya yaratıcı aşkına ilâhî aşk diyebiliriz. Çünkü varlıklar özünü bu aşktan almışlardır,varlıkların özü Allah Teâlâ'nın yaratıcı aşk'ının ta kendisidir; ikincisi ise varoluşçu ve yaşanan aşk'tır. Varoluşçu aşk insanın özünde gizli bulunan aşkı gerek duygu ve düşüncesine gerekse davranış ve hareketlerine yansıtmasıdır. Bu aşk, insanın bilgi ve bilinç seviyesine bağlı olarak komedik ya da trajik biçimde tezahür edebilir. Tutku ve ihtirasların tatmini esasına dayanan insanı güldürüp eğlendiren dünyalık aşk'a biz komedik aşk diyebiliriz. Gelip geçici olan bu aşkın tam tersine, dünyayı ve insanı dünyevi şeylere bağlayan duygu ve düşüncelerin bütününü yok sayan bir başka aşk vardır. Gerçek aşk budur. Buna göre, insan kendisini dünyevi tutkularından kurtardığı ölçüde komedik aşk'tan kurtulup, gerçek aşk'a, ilahi aşk'a ulaşabilecektir.

    “Kenz‐i mahfî” yani “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim, mahlûkatı yarattım” hadisine göre muhabbet, başlangıçta Allah Teâlâ’dan zuhur etmiş ve bütün mahlûkatın yaratılmasına sebep olmuştur. Kur’ân‐ı Kerim’deki “Allah onları, onlar da Allah’ı severler.” Mâide, 54. ayetinde sevginin ve muhabbetin önce Allah Tealâ’dan geldiği anlaşılmaktadır. İbnü’l‐Arabî sevgiyi varlığın ilk âmili ve yaratılış sebebi olarak kabul etmiştir. Yani Hakk’ın mevcûdâtın ayanında
    halk ile zuhuru onların yoktan yaratılmaları değildir. Hakk, ezelde bilinmek istedi. Bilinmesi içinde kemâlâtını varlık aynasında ızhar etmekten başka bir yol olmadığından halkı yarattı ve mahlûkatın sûretlerinde tecellî etti. Haricî vücûd aracılığıyla zuhûra olan sevgisi, âlemi yaratmasına sebep oldu.

    Bu nedenle aşk, her şeyin temelidir ve kainâtın ruhudur. İnsanda aşk yüzünden var oluşunun ilk kaynağına geri dönmeye çabalar.” Aşk öyle bir ateştir ki, parlayınca mâşuktan başkasını yakar.”

    Gerçek anlamda aşk Allah Teâlâ’yı talep etmek ve O’nu sevmektir. O halde âşık bir anlamıyla da taliptir. Hakk’ı isteyen ve seven herkes âşık olabilir. Ancak âşık kendi gönlünü ma’şuk için boşaltması, akıl bağından kurtulup iç âlemini sevdiğinden başka diğer bütün isteklerden temizlemesidir. Aslında aşk aklı aciz bırakır. Fakat onsuzda olamaz. Ma’rifete yani ilahî bilgiye ulaşabilmenin yolu akıl ve nazar değil ilâhî aşktır. Allah Teâlâ’ya akılla değil ancak aşkla ulaşılabilir.

    NİYÂZÎ‐İ MISRÎ - DİVAN‐I İLÂHİYYAT VE AÇIKLAMASI
    AlıntıAlıntı

  2. #2
    Senior Member yasinyurt - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Feb 2012
    Mesajlar
    235
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    187 Toplam

    Standart Cevap: İlahi Aşk

    MUHABBET

    Muhabbet: Sevgi, kalbî alâka, herhangi bir şeye veya herhangi birine düşkünlük ma’nâlarına gelir ki; insanın duygularını bütünüyle te’siri altına alması i’tibâriyle aşk, vuslat arzusuyla yanıp-tutuşma şeklinde daha derin buudlara ulaşmasına da şevk u iştiyak denir. Muhabbeti, kalbin Mahbûb-u Hakîkîyle münâsebeti.. O’na karşı duyulan, önüne geçilmez şiddetli iştiyak.. gizli-açık her mes’elede O’nunla mutlak mutâbakat.. her mevzûda Sevgili’nin murad ve isteklerinin kollanması.. ve vuslat demine kadar kendinden geçip ayılmama şeklinde de ta’rif etmişlerdir ki bunların hepsini bir noktaya irca mümkündür: Yâ Hakk diyerek doğrulup Allah huzûrunda durma; bütün kaygılardan, fânî alâkalardan kurtulma...

    Gerçek muhabbbet, insanın, bütün benliğiyle Sevgili’ye yönelip O’nunla olması, O’nu duyması ve topyekün başka arzulardan, başka isteklerden sıyrılabilmesiyle tahakkuk eder ki, böyle bir mazhariyete ermiş babayiğidin kalbi her an Sevgili’ye âid ayrı bir mülâhaza ile atar.. hayâli, her zaman O’nun büyülü ikliminde dolaşır.. duyguları her lâhza O’ndan başka başka mesajlar alır.. irâdesi bu mesajlarla kanatlanır ve gönlü sürekli vuslat mesîrelerinde seyahat eder.

    Muhabbet kanatlarıyla nefsini aşan, aşk u şevk buudunda Rabb’ine ulaşan muhib, zâhirî uzuvları, bâtınî duygularıyla gönlünün Sultanı’na âid hak ve mükellefiyetlerini yerine getirirken, kalbi de hep O’nu müşâhede ile meşgul.. hüviyeti, Hakk’ın sübuhât-ı vechiyle yanmış ve hayrette.. dudağında kâse-i aşk ve önünde bir bir gayb perdeleri aralanırken o, bu perdelerin arkasından sızan baş döndürücü ma’nâların mütalâasıyla mahmûr ve erişilmez bir temâşâ zevki içindedir. Yürürken Hakk’ın emriyle yürür, dururken O’nun emriyle durur. Konuşurken O’ndan esintilerle konuşur, susarken de O’nun hesabına susar. O, kimi zaman “billah”, kimi zaman “minallah”, kimi zaman da “maallah”dır.

    Muhabbet, Hakk’a nisbet edildiğinde ihsan, halka isnat edilince de baş eğme, söz dinleme, kayıtsız-şartsız inkıyâd etme ma’nâlarına da hamledilmiştir ki, Râbiat’ül-Adeviyye’nin:

    -Allah’a isyan edip durduğun halde O’nun muhabbetinden dem vuruyorsun.. kasem ederim bu anlaşılır gibi değil! Eğer muhabbetinde sâdık olsaydın O’na itaat ederdin; çünkü seven sevdiğine itaat eder” sözleri bu mülâhazayı ifade etme bakımından oldukça ehemmiyetlidir.

    Muhabbetin iki önemli rüknü vardır:

    1) Zâhirî ki; her zaman Sevgili’nin hoşnutluğunu takip etmektir.

    2) Bâtınî ki; iç âlemini O’nunla alâkalı olmayan herşeye karşı bütün bütün kapamaktır. Hakk erleri, muhabbet dediklerinde bu ma’nâdaki muhabbeti kastederler. Onlara göre, lezzet, menfaat, hatta ma’nevî hazlara karşı duyulan alâkaya muhabbet denmez.. dense dense ona “mecâzî sevgi” denir.

    Ne var ki, muhabbeti hakîkî dahi olsa, Mahbûba taalluku i’tibâriyle, herkeste aynı seviyede değildir:

    1) Avamın muhabbeti, düşekalka bir muhabbettir ki, bunlar, Hakikat-ı Ahmediye’nin (as) gölgesinde ihsan rüyâları görür, ma’rifet şafaklarına dair emareler müşâhede eder.. ve yer yer ötelerden şahaplarla ürperir, uzaktan uzağa hayret ra’şeleri duyarlar.

    2) Havassın muhabbeti ki; onlar, muhabbet âleminin üveykleri gibidirler. Hemen her zaman Kur’ân’ın aydınlık dünyasında Ahlâk-ı Muhammedî’yi (sav) temsille ömürlerine derinlik kazandırırlar.. onu temsil ederken de, maddî-mâ-nevî, bedenî-ruhî hiçbir beklentiye girmez, hiçbir zevke talip olmazlar.. vazîfelerini en seviyeli şekilde yerine getirip başarılı bir temsil sergileyebilirlerse, salkımları ağırlaşan meyve ağaçları gibi, tevâzû kanatlarını yerlere kadar indirir ve “Sevgili!” der inlerler.. bir falso ve fiyaskoyla sarsıldıklarında da nefislerinin başına çullanır ve onunla yaka-paça olurlar.

    3) Havâs ötesi havâssın muhabbetidir ki; bunlar Muhammedî (sav) semâda yağmurla bütünleşmiş bulutlar gibidirler; varlığı O’nunla duyar, O’nunla yaşar.. O’nunla görür, O’nunla soluklarlar. Hiç bitmeyen bir devr-i dâim için-de sürekli dolar-boşalır; dolarken, hasret, çile ve vuslat arzusuyla dolarlar; boşalırken de ışığa biner, yeryüzüne iner ve canlı-cansız bütün varlığı şefkatle kucaklarlar.

    Muhabbet seviyeleri farklı dahi olsa, O’na aşk u iştiyakla yönelen herkes, alâkasının seviyesine göre mukâbele ve iltifâta mazhar olur. Birinciler, husûsî rahmet ve inâyet bulurlar O’nun kapısında.. ikinciler, celâlî ve cemâlî sıfatların idrâk ufkuna ulaşır, beşerî boşluklardan ve karanlıklardan kurtulurlar.. üçüncüler, O’nun vücudunun nurlarıyla ziyâdâr olup eşyânın hakîkatına uyanır ve varlığın perde arkasıyla münâsebete geçerler. Yani Cenâb-ı Hakk evvelâ, sübühât-ı vechiyle tecellî edip, sevdiği kimselerin cismânî ve zulmânî sıfatlarını yakar-yıkar, sonra da cemâlî nurlarıyla onları, sem’ u basar gibi ilâhî sıfatlar dairesine alır; damlayı derya, zerreyi de güneş yapar. Yani onları, benlik ve nefisleri cihetiyle acz u fakra uyarır, yok oldukları iz’ânına ulaştırır ve gönüllerini Zât-ı Ulûhiyetin envâr-ı vücûduyla doldurur.

    Bu mazhariyete eren muhib, varlık ve yoklukla izâh edilmeyen bir ebedî hayâta erer ve ateşte kızarmış bir demirin, ateş olmadığı halde, kendini ateş zannedip “ben ateşim” dediği gibi, o da duyuş ve sezişlerini bu türlü hulûl ve ittihâd şâibeli sözlerle mırıldanır. Bu türlü durumlarda esas olan göz açıklığı ve sünnet mîzanlarıdır. Ama; hâle mağlup, müşâhede ve hazlarıyla mahmûr Hakk erleri, bazen bu gerçeğe muhalif beyanda da bulunabilirler. Bu gibi durumlarda insaf ve onların niyetlerini araştırmak, aceleden hüküm vermemek çok önemlidir. Aksine, insan farkına varmadan “ -Kişi sevdiğiyle beraberdir” sözüyle maiyyet-i ilâhiyyeye mazhar pek çok kimseye düşmanlık beslemiş ve "..." kudsî hadîsinde ifâde buyurulduğu gibi, Allah dostlarına düşmanca tavır almakla, Allah’a karşı ilânı harp etmiş olur.
    AlıntıAlıntı

  3. Teşekkür edenler:

    Hezekiel (9.02.2012)

 

 

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Page generated in 1.718.418.996.27237 seconds with 15 queries Sayfa Boyutu (180318)