Kemal derecesine ulaşmak isteyen kimse, nefsini bütün insanları sevmeye, muhabbet beslemeye alıştırmalıdır. Onlara acımayı, şefkat ve merhamet göstermeyi nefsine öğütlemelidir. Bütün insanlar aynı soydan gelen bir kabile gibidirler, hepsi birbiri ile nesep bağıyla bağlıdır. Onlar, insanlık noktasında birleşirler. İlahi kudret süsü hepsinde mevcuttur. Her birinde ayrı ayrı vardır. O da akıl nefsidir. Zaten.. İnsan bu nefisle insan olmuştur. İnsanın iki cüzünün, yani ruh ve bedeninin en şerefli parçası akıldır. İnsan, gerçekte akıl nefsinden ibarettir. O bütün insanlarda değişmeyen tek cevherdir. Bütün insanlar gerçekte birdirler, sadece şahısları farklıdır. Bütün insanlar bir ise ve sevgi de nefsin bir özelliği ise, o zaman bütün insanların birbirlerini sevmesi gerekir.

Bu, insanlarda ortak bir tabiattır, tabi ki gazap nefsi baskın çıkmazsa.. Çünkü.. Gazap nefsi, kişiye başkanlık makamını sevdirir. Bu da onu kibirlenmeye, kendini beğenmeye ve zayıf olanlara musallat olmaya, küçükleri ezmeye, zenginleri ve faziletlileri kıskanmaya iter. Bu özelliklere sahip olanlardan da, düşmanlık doğar. İnsanlar arasında buğz yaygınlaşır. İnsan gazap nefsini kontrol ederse, gazap nefsini akıl nefsinin emrine verirse bütün insanlar birbirlerini seven kardeşler olurlar.

İnsan fikrini kullanırsa, bunun zorunlu olduğunu görür. İnsanlar ya erdemli ya da noksan olurlar. Erdemlileri erdemlerinden dolayı sevmek, noksan olanlara da noksanlıklarından dolayı acımak gerekir. Kemal derecesini seven insana, bütün insanları sevmek, onlara acımak, şefkat göstermek yaraşır. Özellikle krallar ve reisler için.. Kral reayasını sevmedikçe, onlara şefkat göstermedikçe kral olamaz. Kral ve reayası hane reisi ve hane halkı mesabesindedirler. Hane reisinin hane halkına buğzetmesi, onlara acımaması, onların maslahatlarını gözetmemesi ne kötüdür!

Kemal mertebesini seven, arzulayan kimsenin bütün himmeti, bütün insanlara iyilik etmek, -malının ihtiyaç fazlasını- onlara in-fak olmalıdır. Bu da ölümünden sonra iyilikle anılmasını sağlar. Bu düşüncede olan bir kimse, insanlara kötülük etmekten uzak durmalıdır. Çünkü.. Nefsini muhasebe ettiği zaman, yaptığının kötülük olduğunu anlar. Ulaşamayacağını düşündüğü bir iyilik için bu kötülüğü yaptığını anlar. Yaptığının yanlış olabileceği ihtimalini
göz önünde bulundurarak vazgeçer. Meseleyi bu şekilde öğrendiği zaman, istediği hayrı kötülük yolundan başka bir yoldan işlemeye koyulur. Çünkü amaç hayırdır, kötülük etmek değil. Şayet kötülük etmesi öfke ve kinden kaynaklanıyorsa, bilmesi gerekir ki, kini dindiği zaman, bu kötülüğün maksat olmadığını bilir. Maksadı kötülük olmayan böyle bir fiil işlenmeye de müstahak değildir. Kötülük fiili çirkindir. Özellikle..Erdemleri üzerinde toplayan bir kimse için çok daha kötüdür. Ancak yapılan kötülüğün bir suçun karşılığı olması ya da bir caniye kısas uygulanması şeklinde olması başkadır. O zaman müstahap ve övülen bir fiil olur, hatta kötülük bile sayılmaz. Çünkü bu kötülük sadece caniye ilişir. Ama diğer tüm insanlar için de hayır ve menfaat olur. Benzeri cinayetleri caydırır. Böylece faydası çok daha fazla olur. İşte bu yüzden buna kötülük demek doğru değildir.İnsan hayır işlemeyi alışkanlık haline getirir, iyiliğe ısınır, kötülükten kaçar, uzak durursa, kötü huylardan tiksinmeye başlar. Kötü huylar serdirler. Kıskançlık, kindarlık, hainlik, aldatıcılık, koğuculuk ve gıybet ve
iftira gibi.. Bu gibi fiilleri işlemek durumunda kalan akıl sahibi bir kimse düşündüğü zaman, bunların kendisine bir fayda sağlamadığı gibi onu çirkinleştirdiğini ve sıfatını iğrençleştirdiğini anlar.

Akıl sahibi insan, tamamlığı seven, kemal derecesini en büyük şeref kabul eden biri ise, bu gibi huylardan uzak durmalıdır.
Kemal derecesini seven kimse bilmelidir ki, hiçbir ayıp ve kusur insanlardan gizli kalmaz, kişi bunları gizlemek için istediği kadar uğraşsın, saklayamaz.
O halde insanlardan gizleyeceğini, hiç kimsenin kendisi göremeyeceğini sanarak
çirkin fiiller işlemeye kalkmasın. Kesinlikle şu bilinmelidir: İnsanlar tabiatları gereği, başkalarının kusurlarını araştırmaya meraklıdırlar ve bu kusurları kullanarak da onları ayıplamaya eğilimlidirler. Bu insanların karakteridir. Oysa.. İnsan tamama "kemalata" ermediği sürece ayıplanacağı bir kusurdan hali olamaz. Dolayısıyla başkasının kendisinden daha az kusurlu olmasını ve kendisini ayıplamasını hazmedemez. İnsanların tümünün noksan olmasından, noksanlıkta eşitlenmelerinden hoşlanır. İşte bu yüzden her zaman insanların ayıplarını araştırır, onları bu ayıplarından dolayı eleştirir. Ki insanlar bu ayıp hususunda onun kendilerinden daha iyi olduğunu düşünsünler. O da bunun etkisinde kalarak kendisini öyle görür. Kendisinde var olan diğer ayıplardan
dolayı da kendisine bahane bulmuş olur. Asla unutulmamalıdır ki; insan çok uğraşsa da hiçbir ayıp insanlardan gizli kalmaz. Bir çok kral ve reis, ayıplarının insanlardan gizli kaldığını, açığa çıkmadığını düşünür. Heybetlerinin, güçlerinin azametinin buna engel olduğunu sanır. Yakınları ve has adamları
kusurlarından birine vakıf olsalar da onları açığa vurmaya cesaret edemeyeceklerini düşünürler. Çünkü kralların has adamları ve yakınları kralın güvenilir adamları oldukları gibi, onlardan her birinin de güvendiği bir adam vardır, ona güvenir, sırrını ona açar. Asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki.. Kendi sırrını saklamayan bir kimsenin başkasının sırlarını saklaması mümkün değildir. Sırlarının gizli olduğunu sanan kralların ayıplarının yayılmasının yolu budur.
Kralların bu ayıplarının gizli olduğunu sanmalarının sebebi, bunları anlatan birini duymamış olmaları, kimsenin bu durumu onlara açıklamamasıdır. Bu yüzden ayıplarının gizli olduğunu sanırlar.

İnsan ayıplarının gizli kalmadığını bildiğine göre, nefsine dönmeli ve bakmalıdır: acaba birine ait bildiği ve gizleyip sakladığı bir ayıp var mıdır? ..İnsanların bir çok ayıbını bildiğini ve insanların da bunları saklamak için çok çabaladıklarını, canla başla gizlemeye uğraştıklarını görecektir. Bazıları bu ayıpların hala saklı kaldığını düşünmekte!!!.. Bazıları da gizlendikten sonra açığa çıktıklarını bilmektedir. Bir kimse, başkalarının bir çok gizli sırrını bildiğine göre, kendi ayıplarının da gizli kalmadığını, saklanmadığını, kendisinin insanların ayıplarını bilmesinden çok daha fazla insanların kendisinin ayıplarını bildiklerini anlaması gerekir. O halde kemal mertebesine ulaşmayı isteyen kimse, gizlemeye çalışsa da ayıplarının açıkta olduğunu bilmelidir. Ayıplarının olduğunu bilen biri de tam değildir. Tam olmanın yolu da bütün ayıplardan kaçınmak, diğer bütün hususlarda erdemlere sarılmaktır.

Bu mertebe, insanî tamamlığın son hedefi, beşeri faziletin nihayetidir. Her insanın bu mertebe ulaşmak için çabalaması, buna varmak için bütün gücünü seferber etmesi gerekir. Çünkü.. Tamamlık kendisi "nefs"i için istenir, noksanlık ise ayniyle kötüdür. İnsanlar içinde bu mertebeyi talep etmeyi en çok hakkedenler, bu menzile erişmenin zorluklarına tahammül etmeye en layık olanlar, krallar, reisler, insanların şereflileri ve yüksek mertebelerde olanlarıdır.
Büyük ve şerefli bir kimsenin noksan ve ayıplı olması ne çirkindir. Şu halde.. Bir kralın, reisin kemal mertebesine ulaşmak hususunda herkesten daha hırslı ve istekli olması gerekir. İnsanların kamili ve faziletlerin tümünü üzerinde taşıyanı, tabiatı itibariyle noksan insanlardan öncedir. O halde tam insan, tabiatı itibariyle Reistir. Kral tam, güzel ahlaka sahip, bütün iyilikleri kuşattığı zaman tabii olarak kraldır. Eksik ise, o zaman zorla kral olmuştur. Bir kralın, zorla elde edilmeyen, aksine şahsi şerefle kazanılan, başkaları tarafından vaz edilmeyen gerçek riyaseti arzu etmesi ne güzel. Buna göre kral, himmetini faziletler edinmeye, güzellikleri bezenmeye yöneltmelidir. Güzel ahlakın zirvesini talep etmelidir. Güzel ahlakın çoğuna sahip olmayı dahi küçümsemelidir ki tümüne sahip olsun. Hiçbir mertebeyi son kabul etmemelidir ki daha fazlasını elde edebilsin. Eğer üstünde bir mertebe daha bulunan bulunduğu mertebeye razı olursa, hiçbir zaman tamamlık mertebesine ulaşamaz. Zira insanlar içinde tamamlıktan en uzak olan kimse, nefsi için noksanlığa razı olan kimsedir.

Kral kemal istiyorsa, en başta büyük himmeti alışkanlık haline getirmek zorundadır. Çünkü büyük himmet sahibi olması bütün alçaklıkları onun gözünde küçültür ve bütün erdemleri güzelleştirir. Kralın himmeti büyük olursa mülküyle övünme hastalığından kurtulur ve nefsinin ve himmetinin mülkünü çoğaltmaktan çok daha değerli olduğunu görür. Bir kral üstünlük ve azamet payesine sahip olmasını sağlayan mülkünü hakir gördüğü zaman, kendisi için gerçek anlamda ondan daha büyük olan şeyi ister. Bir nefsi de ancak faziletler yüceltir. Sonra bir kralın dalkavukluktan ve dalkavukluk yapanlardan tiksinmesi, onları kendisine dalkavukluk etmekten alıkoyması gerekir.

İşin özü şudur:

Kral veya reis ayıplarını bilsin ki onlardan sakınıp kaçınması mümkün olsun. Ama bu, krallar için çok zordur. Çünkü.. İnsan zaten tabiatı gereği ayıplarının çoğunu göremez. Krallardan gizli olan ayıplar ise diğer insanlara göre çok daha fazladır. Çünkü onlar iyilikleriyle övünür ve mertebeleriyle büyük-lenirler.
Oysa sıradan insanlar, sokak adamları, ayıplarından dolayı azarlanır, kınanırlar. Dolayısıyla bu sayede kusurlarından haberdar olurlar. Krallara, reislere gelince, hiç kimse onları azarlamaya cesaret edemez. İşledikleri bir kusurdan dolayı kimse onları kınamaya kalkmaz. Çünkü bütün insanlar krallara, reislere
yakın olmak ister, onlara sevgi gösterisinde bulunurlar. Bu yüzden onlara sevdikleri şeylerden başka bir söz söylemezler ki, onların nezdinde bir paye edinsinler. Bu yüzden kralların, reislerin ayıpları halk tarafından bilinse de kendilerine her zaman gizli kalır. Bir kral veya reis ayıplardan arınmak istiyorsa, kirlerden arınmayı amaçlıyorsa, has adamlarından, güvendiği kimselerden, aklına, zekasına güvendiği hizmetçilerinden ve yakın çevresinden bazı kimselere yaklaşıp onlara, kendisinin kusurlarını, noksanlıklarını araştırıp öğrenmelerini ve neticeyi kendisine bildirmelerini emretmesi gerekir. Sonra kusurların birini bulup kendisine gösteren kimseleri güler yüzle ve kusurunu kabul eden bir edayla karşılaması, bu yüzden sevindiğini ve memnun olduğunu göstermelidir.
Daha doğrusu, kusurlarını kendisine gösteren kimseye, noksanlıklarından dolayı kendisini övenlerden çok daha fazla ödül vermesi gerekir. Yaptığı işten dolayı kendisini kınamasına tahammül etmelidir. Kral bu yoldan ayrılmaz, bu özelliğiyle bilinirse, arkadaşları ve yakın adamları ayıplarından dolayı onu uyarmaya başlarlar. Kral böylece kusurunun farkına vardığı zaman da ondan yüz çevirir. Önce insanların bundan dolayı kendisini ayıplayacağını, bundan dolayı kendisini küçük göreceklerini fark eder.. O zaman da nefsini, ayıplardan arınmaya yöneltir, kirlerden temizlenmeye zorlar.

Bunu yaparsa:
Faziletlerle donanmaya imkan bulur.
Kendisini güzelliklerle ahlaklanmaya mecbur bırakır.
Bir iyi meziyetin de ancak en yüksek mertebesine razı olur ve bu noktaya varmadıkça durmaz.
Bir an önce nefsini eğitme hususunda en güzel siyaseti esas alır.

Böylece de..
Güzellikle anılır.
Çok geçmeden de..
Tamamlık mertebesine erişir, kemalin son noktasına yükselir.
Hem mutluluğu,
Hem insanlığı hem de gerçek Reisliği elde eder.
Ebediyen güzellikle anılır.
Ölümsüz güzel bir nam bırakır.

ÜSTÜN AHLAK RİSALESİ - MUHYİDDİN İBN. ARABÎ

Herkez kendini bir kral olarak görüp okursa MUHYİDDİN İBN. ARABÎ sanırım daha iyi anlarız.

Saygılarımla