turk-dreamworld.com Sitesine Hoşgeldiniz.


3 sonuçtan 1 ile 3 arası

Konu: Hakiki Amel

  1. #1
    Senior Member Hezekiel - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    491
    Total 'Thanks' Received by This User :
    3 Bu Konu icin
    256 Toplam

    Standart Hakiki Amel

    FASIL: 1

    Biri: "Asıl olan şey ameldir" dedi. Bu hususta söylenecek söz, bundan ibaret değildir. Ameli hakkıyle anlatabilmek için, bir kimsenin ortaya çıkıp ameli nasıl anlıyabilirsin?

    Sen amelden, namaz kılmayı, oruç tutmayı, hacca gitmeyi, geceleri uyumayarak ağlayıp inlemeyi ve perhiz etmeyi anlıyorsun. Halbuki bunların hiçbiri de amel değildir. Bunlar ancak amelin sebepleridir. Hepsini yaptığın zaman bunların sende bir etki sağlaması mümkündür. İşte o zaman sen, ibadet etmiş ve
    olduğundan başka bir şey olmuş bulunursun. Kur'anda: Namaz seni günahtan, suç işlemekten, kötülükten, noksan ve kusurlardan ve isyandan korur,
    temizler, buyrulmuştur. İşte senin bunları yapmamış olman ve bunlardan temizlenmiş bulunman ameldir. Eğer kendini bunlardan kurtarmamışsan, namaz kılmamış sayılırsın. Bunun için Peygamber -O'na Selâm olsun namaz kılmış olan bir kimseye: "Namaz kılmadın, kalk namaz kıl" (H.Ş.). diye buyurdu. Bunun üzerine o adam kalkıp namaz kıldı. Tekrar: "Kalk namaz kıl, namaz kılmadın" buyurdu. O adam yine kalktı ve namaz kıldı. Peygamber bu defa da: "namaz kılmadın" dedi ve sonunda: "Kalb huzuru olmadan, namaz kılmak doğru değildir" (H.Ş.) buyurdu. O halde ortaya koymuş oldukları bu rükû, sücûd ve kıyamı yerine getirmekle, gerçek amel yapılmış olmaz. Yani dinde ortaya konulan bu dışla ilgili hareketleri yapmakla amel yerine getirilmiş olamaz.

    Hakikî amel, içi değiştirmektedir. Nitekim insan tohumu, ana rahminde şekilden şekle girer. Alâka ve mudga olur. Nihayet insan şeklini alır, canlanır, dünyaya gelir, büyür ve bir insan olur. İşte bu türlü değişmek, aşağı derecelerden yukarı derecelere çıkmak, amelidir. Miraç dedikleri de bu tarzda olur. Yukarıda anlatıldığı gibi kul da bir halden bir hale . Bu sırada meydana gelen ikinci hal, birinci halden; üçüncü hâl ikinci hâlden daha iyidir. Böylece bu, sonsuz olarak devam eder. Peygamber Hazretleri - O'na selâm olsun-: "İki günü bir olan kimse aldanmıştır" (H.K.). buyurmuştur. Hadîste: Dünya ahretin tarlasıdır, varit olduğuna göre, bu dünya pazarında her kulun ekmekte, yani yarın ahrette sevabını görmek maksadiyle ve iş yapmak hususunda ilerleyişinde, iki günü bir olmuş, her gün manen ilerlememişse o kimse aldanmıştır. Çünkü insanın günden güne hattâ her an manen ilerlemesi lâzımdır.İşte gerçek anlamda amel budur. Böyle bir ameli insanlar nasıl görebilirler? Bunu ancak Allah görür ve bilir. Ulu Allah: "Benim dostlarım, benim kubbelerimin altında gizlidirler. Onları benden başka kimse bilemez" (H.K.). buyurmuştur.

    Netice itibariyle bilgi (ilim) amele namaz, oruç gibi bedenî işlerden ve amelden daha yakındır. İlmin amelden ayrı olması ve ona faydası dokunmaması mümkün olabilir mi? Halbuki bedenî hareketlerin amelden ayrı bulunması ve amele faydası olmaması daha çok mümkündür. Çünkü inatçı, kötü niyetli ve iki yüzlü (Cehud), münafık (müslüman görünen) bir kimse zahiren bedenî ameli yapmış olabilir; fakat dinin asıl hükmünü yerine getirmiş, hakkı ispat etmiş sayılmaz. Eğer bunları bilseydi ve yapabilseydi zaten bu vasıflara lâyık olmazdı. O halde halkın gördüğü ibâdetlerden, âyinlerden, mezheblerden anlatılan ve gösterilen şeylerin hepsi, amelin aslı, kendisi olmayıp sebepleridir. Bersisa, yıllarca hakikattte hiçbir zahidin yapamıyacağı bir şekilde ibadette bulundu. Yani zahirî ameli yerine getirdi. Fakat sonunda kâfir olarak öldü. Bunun gibi İblis de binlerce yıl gökte ibadetle meşgul oldu. Eğer bu zahirî ameller onda bir etki yapmış olsaydı Allah'dan: "Adem'e secde et!" emri gelince, secde ederdi. İsa - O'na selâm olsun - zahirî amelleri yapmamıştı; fakat gerçek ameli o yaptı. Çünkü birdenbire çocukluk halinden ihtiyarlık haline geçti ve Muhammed Mustafa'nın kırk yaşında iken iddia ettiği aynı dâvayı ve vahyi o daha beşikte iken beyan eyledi. Peygamber: "Ben Allah'ın bir kuluyum. Bana gökten bir kitap indi. Allah beni Peygamber yaptı ve beni kerim kıldı. (Kur'an, Sûre: 19, âyet:30-31)" buyurmuştur. Gerçek amel senin bulunduğun halde, her an başka bir hale geçmen ve manen ilerlemendir.Bunun gibi, iksiri bakır üzerine döktüğün zaman, bakırın altına dönmesi amel olur. Eğer altın olmazsa binlerce çekiç darbesi yese, yüz defa kaynasa, genişleyip uzasa, yine bakır olarak kalır. Altını tanımıyanlar, amelin görünüşüne bakanlar ve bunu esas olarak kabul edenler: "Eğer yeryüzünde altın denen bir şey varsa o da mutlaka budur. Çünkü bu kadar çekiç darbesi yedi, bu kadar kaynadı, uzayıp genişledi" derler. Halbuki altını gerçekten bilen bir kimse, bunlara bakmayıp halis altın olup olmadığını anlamak için önce mihenge vurur, .sonra kabul eder. Olmamışsa onu bir paraya bile satın almaz. Çünkü Allah: "Ben ki Allah'ım; sizin ne görünüşünüze, ne işinize, ne de sözünüze bakarım. Yalnız gönlünüzde benim için olan sevgin nasıldır ve ne kadardır diye gönlünüze bakarım" buyurmuştur.

    Akıllı olan bir insana bir işaret yetişir. Bir evde bir kimsenin bulunup bulunmadığını anlamak için, bir söz kâfidir.

    MAÂRİF-İ HAZRET-İ SULTAN VELED
    AlıntıAlıntı

  2. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (15.02.2012) , dmda (15.02.2012) , Duezceli (15.02.2012)

  3. #2
    Senior Member Hezekiel - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    491
    Total 'Thanks' Received by This User :
    2 Bu Konu icin
    256 Toplam

    Standart Cevap: Hakiki Amel

    FASIL 27

    Müminin niyeti, işinden daha hayırlıdır (H.), buyrulmuştur. Bazıları demişlerdir ki âmel, niyetin, niyet de kalbin vazifesidir. Bu yüzden kalbin âmeli, bedenin âmelinden daha yüksektir. Nitekim kalbin derecesi ve büyüklüğü, bedeninkinden daha yücedir. Çünkü beden sadeftir, kalb inci; beden, deri ve kabuktur, kalb özdür; deri ve kabuktan, özü elde etmektir. Deri ve kabuk bir esvap, özde şahıstır. Esvap bir şahsı soğuk ve sıcaktan korur. Bu hadis hakkında verilen mâna ve bu yorum doğru olmakla beraber, bunun
    şöyle bir mânası daha vardır: Bir kul, sadakatli ve efendisine karşı muhabbetli olursa, efendisi hakkında ne kadar hizmette bulunursa, onun uğrunda malını, mülkünü feda etse, bunu kendi yüreğindeki niyete göre az bulur. Eğer imkân olup da onun bu sadakati fiilen görünse ve surete girseydi yüreğindeki iyi niyetin, bu gösterdiğinden binlerce defa daha çok, belki sonsuz, ölçüsüz olduğu görülürdü. Fakat, ne yapsın ki açıktan bundan fazlasını göstermeye gücü yetmez. Meselâ akan bir sel, bir çeşmenin veya
    havuzun içine dolsa, onun lülesinden hep birden çıkıp, akmaz. Çünkü, lüle dardır. Ondan azar azar akar. Peygamber (O'na selâm olsun) de insanın niyet ve himmetini akan bir sel ve suretini bir lüle gibi görmüştür. Akan bir selin birdenbire lüleden çıkması mümkün değildir. Asıl sel içeride, lülenin arkasındadır. İç âlemden habersiz olanlar, sûrî âmeli görürler. Batınî ameli göremezler, Peygamber: (O'naselâm olsun) "Biz zahire hükmederiz; sırları bilen Tanrıdır." (H), sözü ile: siz, sakın bir müminin amelini zahirde gösterdiğinden ibaret zannetmeyin! Onun içinde olan, gösterdiğinden yüzbin defa daha fazladır Binaenaleyh, o sayısız ve hudutsuz olan çok, bu gösterdiği azdan iyidir. İşte bunun İçin müminin niyeti, âmelinden iyidir. Bundan başka Tanrı'nın nazarı suret ve amele değildir, niyet kalbedir. Ameller niyetledir, herkes niyetiyle cezalanır (H.) sözü de buna delalet eder, bununla da Peygamber (O'na selâm olsun) Tanrı'nın kullarına; "Ey benim kullarım, siz müminsizin, bana kullukta himmetiniz yüksektir; sizin sûreten
    yaptığınız ibâdet ve taât kalbinizdeki himmet ve niyetinize göre azdır" demek istediğini bildiriyor. Tanrı sizin suretinize ve âmellerinize bakmaz; lâkin sizin kalblerinize ve niyetlerinize bakar (H.) sözü ile bu manâyi kuvvetlendirmek istemiştir. Bununla beraber Peygamber (Tanrının selâmı O'na olsun) Tanrının: "Ey benim kullarım" ben sizin bu zahirde gösterdiğiniz aza bakmıyorum; halktan gizli, içinizdeki himmet ve niyetinize bakıyorum" demek istediğini söylüyor. Gizli sözü de, daha saklısını da bilirim (Sûre:
    20, Âyet:6) âyetinde Tanrı: "Yüreğinde olan şeyi bilirim" diyor. Ve daha gizli'nin mânası ise: "Ben senin içinde olan, senin bile bilmediğin sırrı da bilirim" demektir. Bu sözlerle Tanrı müminlere: "Ey mümin, sana müjdeler olsun! Benim bu sözlerden maksadım, benim nazarımın niyete olduğunu, suret ve âmele olmadığını bildirmektir. Ben, senin mükâfatını, dışardan gösterdiğin tâat ve ibâdet Ölçüsünde vermiyeceğim; kalbindeki himmet ve niyetin kadar vereceğim. Sen onu, açığa çıkar çıkarma; ben keremimden, niyetin ve himmetine göre ibâdet ve tâatte bulunmuş gibi kabul edeceğim. Senin mükâfat, sevap ve hilâtini, ona göre vereceğim. Çünkü, niyet ve himmetin ölçüsünde tâat ve İbâdet etmek istiyordun. İşte mükafatın da o himmet ve niyet nispetinde olacaktır, zahirde gösterdiğin tâat ve ibâdet ölçüsünde değil" demek istemiştir.

    MAÂRİF-İ HAZRET-İ SULTAN VELED
    AlıntıAlıntı

  4. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (18.02.2012) , dmda (17.02.2012)

  5. #3
    Senior Member Hezekiel - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    491
    Total 'Thanks' Received by This User :
    0 Bu Konu icin
    256 Toplam

    Standart Cevap: Hakiki Amel

    FASIL: 17
    Amel ve tâat, asıl ve zâtı bulunduğu halden başka bir hale sokamaz; yani değiştiremez. Yanlız, bunlar insanda var olan şeyi meydana çıkarır ve olgurlaştırırlar. Eğer amel olmazsa, o cevher, onun içinde zayi olur ve husule gelmez. Öyle ki şeftali ve nar ağaçları iyi baktığın zaman yani bunlarla meşgul olursan, büyür ve gelişirler. Meselâ, şeftali ağacının dibini kazma ile havalandırmaz ve su vermezsen büyümez. Binaenaleyh şeftali, bu amelle büyür ve yetişir. Fakat, amelle şeftalinin nar olması imkânsızdır. Bunun gibi buğdayı ektikleri zaman ona su vermek, bakmak, bittikter sonra biçmek ve onu harmanda döğenlemek, rüzgârla samanı ayırmak hep birer ameldir ve bunlar buğdayı kemale erdirir. Fakat bütün bu işlerle buğday, hiçbir zaman pirinç olmaz. Yine arpa da amelle buydağ olmaz veya siyah bir anneden doğan bir çocuk, süt vermek ve beslemek, beşikte uyutmak, tehlikelerden korunmak gibi amellerle buluğa ve kemale erdiği halde beyaz olamaz ve beyaz çocuk da siyah olamaz. Bu istidat çakmaktan çıkan bir kıvılcıma benzer ve bu kıvılcım Allah'ın insana verdiği bir ihsandır. İnsan onu, pamuk ve üflemek vasıtasiyle beslerse ve büyütürse, o ateş noktası, kemâl bulur. Aynı şekilde anadan doğan bir çocuk da Allah'ın bir ihsanıdır. Anne onu beslar, ona süt verir, sıcaktan, soğuktan korur. Bunları yapmadığında Allah vergisi olan bu çocuk zayi olur. İnsanın sonunda: Allah bana böyle bir cevher verdiği halde, ben onu beslemedim ve ziyan ettim. Bana kendi marifetlerini bilme, kendinden başkalarına yabancı kalma, küfür, inkâr ve îman gülünü besledim, kemale eriştirdim. Nihayet bu işler yüzünden cehennem ateşine düştüm, diyerek tasa çekmesi ve pişman olması, işte bu yüzdendir. Öyleyse amel gereklidir ve amelsiz hiç kimseye bir şey vermezler. Yanlız âmel, aslı ve özü değiştiremez. Altın ve gümüşü bir potaya koyup topraktan ayırmak bir âmeldir; fakat bu âmel ile altın gümüş, gümüş de altın olamaz.
    Ruhlar aslında yüksek, orta ve aşağı olmak üzere dereceli idiler. Çünkü, Hadiste; İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi bir madendir. (H.), buyrulduğu gibi, Allah ruhların mertebelerini ve onlar arasındaki farkları altın, gümüş ve diğer madenlere benzetti. Çünkü o farklar hoş ve incedir. Tasavvur ve his edilmezler. O mânevi farkı, bu surî farktan anlamaları için, ona şeklen bir örnek gösterdi. O belirli madenden, bu vücuda gönderdikleri bir ruh, tâat ve âmelle kemal bulur ve âmel olmazsa zayi olur ve eksilir. Gene bu mânada buyuruyor ki: Ruhlar, ordu halinde birtakım askerlerdir. Onlar arasında birbirleriyle tanışmayan ve anlaşmayanlar da birbirleriyle mücadelede bulunurlar. (H.). Bu dünyada iki şahıs arasında meydana gelen her dostluğun ve yakınlığın sebebi, o iki ruhun aynı mahalleden, aynı şehirden ve aynı madenden olmasındadır. O ruhlar, öbür âlemde beraber idiler; belki aslında bir tek şeydiler. Buraya gelince de birbirlerini buldular ve tekrar tek bir varlık oldular.
    Mısra:
    Cins, daima kendi cinsine meyleder.

    Aynı madenden olmayanlar ise asla birbirleriyle kaynaşamazlar. Bu hususta Hadiste şöyle buyurulmuştur: Birbirlerini tanıyanlar birleşirler; birlirlerini inkâr edenler anlaşamazlar (H.). Allah daha iyisini bilir.

    MAÂRİF-İ HAZRET-İ SULTAN VELED
    AlıntıAlıntı

 

 

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Page generated in 1.719.241.222.82381 seconds with 16 queries Sayfa Boyutu (187263)