turk-dreamworld.com Sitesine Hoşgeldiniz.


2 sonuçtan 1 ile 2 arası
  1. #1
    Senior Member yasinyurt - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Feb 2012
    Mesajlar
    235
    Total 'Thanks' Received by This User :
    1 Bu Konu icin
    187 Toplam

    Standart Biz allahı niye görmüyoruza cevap

    Bazı kimseler “Biz niçin Allah’ı görmüyoruz?” diyorlar. Buna nasıl karşılık verilmelidir?



    Görme, ihâta meselesidir. Meselâ: İnsanın vücudunda mikroplar var, hatta bir dişin dibinde belki bir kaç milyon bakteri bulunur. Bunlar kendi ellerindeki imkân ve edevâtla, insanın dişini yontmaya, yıpratmaya, aşındırmaya çalışırlar. Halbuki insan, ne bunların gürültüsünü duyar, ne de mevcudiyetlerinden haberdardır. Onlar da tamamiyle insanı göremez ve hele katiyyen ihâta edemezler. Esasen, insanı görüp tam ihâta edebilmeleri için, onun dışında ve tamamen müstakil olmaları ve aynı zamanda onu görebilecekleri teleskop gibi bir göze sahip bulunmaları lâzımdır. Demek ki, ihâta edemeyişleri görmelerine mâni oluyor. Onlar ise, o anda neyin karşısında bulunuyorlarsa ancak onu görüyorlar...

    Mikro âlemdeki bu misâle benzer bir misâl de, makro âlemden arzedelim; meselâ: Büyük bir teleskobun başına oturduğumuzu düşünelim ki; bu teleskop, ışık yılıyla dört milyar sene ötesini gösteriyor. Yine de, bütün kâinat ve mekânlar hakkındaki bilgimiz "deryada katre". Belki, sadece o teleskopla gördüğümüz saha hakkında, bulanık faraziyeler nev'inden bir kısım ma'lûmata sahib olabiliyoruz. Bu faraziyeler ile de yeni faraziyelere ulaşarak başka ma'lûmatlar elde etmeye çalışıyoruz.

    Biz burada da, kâinatın idâresini, umumî şeklini, muhtevâsını ve mâhiyetini göremeyecek ve idrâk edemeyeceğiz. Çünkü, mikro âlemde olduğu gibi, makro âlemde de tam bir ihâtaya sahip değiliz.

    Görülüyor ki, elimizde mikroskop veya X ışınları, mikro varlıklar karşısında ihatasızlık içinde olduğumuz gibi, makro âlemde de aynı ihâtasızlık içinde bulunuyoruz. Şimdi bir de, Allah'ı (C.C) düşünelim: Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: "Allah'ın kürsîsine nisbeten, bütün kevn ü mekânlar" yani ışık hızıyla trilyon defa trilyon derinlikleri bulunan kevn ü mekânlar, çöle atılmış bir halka gibidir. "O'nun arşına nisbeten de kürsî, çöle atılmış bir halka gibidir". Kemmiyet ve keyfiyet ölçüleri içinde, arş ve kürsî ele alınırken ortaya konan nisbetlerle bu ne müthiş azamet!.. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, emir ve irâdesini bu arş ve kürsîden tenfiz ve hükmünü oradan icrâ ediyor...

    Şimdi, kâinatlara nisbeten mikroskobik bir hüviyetde olan sizlerin, bütün kevnü mekânları anlayabilme iddianız, nasıl abes bir iş ise, öyle de bütün mekânlar O'na nisbeten mikroskobik bir varlık hâline gelen; Arş-ı A'zam'ı anlama gayretiniz de o derece abes bir iştir. Kaldı ki, Arş-ı Âzam da ancak, Allah'ın emirlerinin tenfîz ve icrâ mahâllidir. Böyle olunca, Allah nasıl ihata edilip kavranacak ki?..

    Onun için Kur'ân-ı Kerim'de "O'nu gözler ihata edemez; O (nun ilmi) ise bütün gözleri ihâta eder" buyurulmaktadır. (En'am, 103)

    Evet, o basar ve basiretler O'nu idrâk ve ihâta edemez. Görmek için ihâta lâzımdır. O, bütün basar ve basiretleri idrâk buyurur, ihâta buyurur da, gözler O'nu ihâta edemez. Mevzuun aydınlığa kavuşması için, bu cihetin de böylece bilinmesi şarttır.

    Bir diğer yönüyle; Nur, Allah'ın (C.C) hicâb'dır (perde) . Biz, nuru bile ihâta edemiyoruz. Efendimize (S.A.V) Miraç'dan dönüşte, sahâbî sordu: "Rabbini gördün mü?" Bir defa şöyle buyurdular: (Ebû Zerr naklediyor) “O bir Nûr; nasıl görürüm O'nu”. Başka bir yerde buyururlar ki: "Ben bir nûr gördüm." Halbuki nur, mahlûktur. Allah, Münevviru'n Nûr'dur (1). Nûr'a şekil veren, biçim veren, tasvîrini yapan Allah'dır (C.C). Nûr, Allah değildir; O'nun mahlûkudur. Başka bir hadiste tavzih buyururlar: "Allah in hicâbı nûrdur. " Yânî sizinle O'nun arasında bir nûr vardır. Siz, nûr ile muhâtsınız. Burada da ayrı bir derinlik var! Yine muhât diyoruz; ama sıfatları ile, başkası ile değil. Sıfatları ne gayri, ne de aynı...

    Ulûhiyete dâir meselelere girince, mevzû derinleşiyor, ağırlaşıyor ve altından kalkılamaz bir hâl alıyor.

    Netice olarak diyebiliriz ki: Allah (C.C) görülmez. Hicâbı, nurdur O'nun. Siz, görseniz-görseniz ancak nur görürsünüz. Meselâ: Nefs-i emmâre sırrını aşmağa çalıştığınız zaman, kızıl bir nur görürsünüz; nefs-i levvâmeye geldiğiniz zaman mavi; nefs-i mütmainneye geldiğiniz zaman da yeşil bir nûr görürsünüz. Sonra bir seviyeye gelirsiniz ki, orada gördüğünüz nûrun rengini tâyin ve tesbit edemezsiniz. Bunlar, ehlullahın müşâhedesidir ve ancak vicdânî tecrübelerle inkişaf eder.

    Bir fikir verebilmek için, mevzûa bu renklerle girdim ve arzetmeye çalıştım. Binâenaleyh, sizin de göreceğiniz sadece, Cenab-ı Hakk'ın nurunun gölgesinin gölgesinden ibaret olacaktır. Bu îtibarla da yine görmüş sayılmayacaksınız.

    Şimdi de, mevzûu bir üçüncü yönüyle ele alalım: İbrahim Hakkı Hazretleri der ki:

    "Bulunmaz Rabbimin zıddı ve niddi, misli, âlemde ve sûretten münezzehtir, mukaddestir, Taâlallah"

    Evvelâ, Rabbimizin zıddı yoktur. Bu çok mühim bir husustur. Bir şeyin zıddı olacak ki, görülebilsin. Yani sen ışığı görüyorsun; çünkü onun karşısında karanlık var. Kezâ, bir kısım uzunluklar hakkında fikrini söylüyorsun; Meselâ: Bu iki metre diğeri üç ilh... Zıddı olduğundan dolayı, bunlar tertibe girebiliyorlar.

    Allah'ın ne zıddı, ne de niddi vardır ki: karanlık ışığı gösterdiği gibi, O da, zıddıyla görünsün.

    Bir de bu meseleyi fizik açısından ele alalım. Acaba insan, şu önüne serilip teşhîr edilen kevn-ü mekânın kaçta kaçını görüyor. Evet, gördüğünüz şeyler hakkında bir rakam verebilir misiniz? Meselâ, düşünelim ki, görülebilecek şeylerden milyar-kere milyar eşya şu kâinat meşherinde bizim nazarımıza arzedilmiş ve "Buyurun, görün, ibret alın; Yaradanı alkışlayın!" denmiş. Halbuki nazarımıza arzedilen bu şeylerin ancak milyonda beşini görebiliyor, geri kalanları ise tanımıyoruz bile. Evet, sadece belli bir boyda, belli ışık dalgaları içinde olanları görüyoruz. O hâlde dikkat buyurun: "Ben niye Allah'ı görmüyorum?" diyen bir insan, milyonda beş gördüğü daracık kâinatın içine, bütün kevn-ü mekânı elinde tutan Allah'ı da sokmak istiyor!.. Âh, sefil düşünce!..

    Evet, âyât-ı tekvîniyye (kâinat kitabının mevzû ve mes'eleleri) karşısında bin türlü kafa sancısı çeken O'nu görecektir.Büyük Nebi Hz. Musa ve Nebilerin efendisi Hz. Muhammed (S.A.V) kendi durumlarına göre mutlaka O'nu göreceklerdir. Diğerleri de kendi çaplarına göre... Ve, burada araştırma, tefekkür etme hususuna büyük bir teşvik vardır. Ahirette bey ve sultan olmak isteyenler, dünyada, kafa ve kalb yapılarını yenilemeye çalışacak, daha doğrusu, orada, fikren ve rûhen yükselmiş kimselere yakışır şekilde Allah'ı görmek ve duymak için burada, kalb ve ruhlarını yaşayacak, hürmetlerini âli tutacak; bir kova su ile oraya gitmeyecek, bir umman taşıyacaklar ötelere... Tabii istidatlarınca. Zayıf bir hadîste -bazıları mevzû da diyor- İbrahim Hakkı, zayıf olduğuna bakmadan tercüme etmiştir.

    "Sığmam dedi Hak, arz-u semâya Kenzen bilindi, dil ma'deninden. "

    Cihanlar, azameti yanında zerreler kadar dahi olmayan O yüce varlık, ne lütûfkârdır ki; her mü'minin kalbindeki “kenzen” bilinir ve O'nun duygularınır itmi'nânına vesîle olur!..

    Herşeyin doğrusunu O bilir.
    AlıntıAlıntı

  2. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (3.03.2012)

  3. #2
    Senior Member yasinyurt - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Feb 2012
    Mesajlar
    235
    Total 'Thanks' Received by This User :
    2 Bu Konu icin
    187 Toplam

    Standart Cevap: Biz allahı niye görmüyoruza cevap

    Yaratılan Her Şey Allaha AynadırYazar: Şadi Eren (Prof.Dr.) 2010-01-01 İçinde yaşadığımız arz küresi ve üzerimizdeki gökler, bir zamanlar vücud sahasında değillerdi. Allah’ın iradesi onları var etmeyi diledi ve böylece varlıklar yaratıldı.. Herbir varlık, adeta şöyle söyler: “Ya Rabbena, biz yoktuk, bizim talebimiz de yoktu. Senin lütfun, bizim söylemediklerimizi işitti.” (1)

    “Rabbin Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini aldı ve onları kendilerine şahit tutup ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ dedi. Onlar da, ‘evet Rabbimizsin’ diye şehadet etti” (A’raf suresi, 172) ayeti, ehl–i tasavvufça en meşhur ayetlerden biridir. Mevlâna, bu ayeti şöyle değerlendirir:
    “Her an u zaman Allah’tan, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ hitabı gelir. Gelir de, cevherler ve arazlar var olur. Eğer o cevherlerden, o arazlardan ‘Evet’ cevabı zuhur etmiyorsa, onların ademden vücuda gelmeleri hakîkatte ‘Evet’ demeleridir” (2)

    Bu noktadan baktığımızda, “elest meclisinin” muhatapları sadece insanlar değildir. Bütün varlık âlemi, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına mazhardır. Onların, Allah’ın iradesine uygun olarak bu âleme gelmeleri bile, “Evet, Sen bizim Rabbimizsin” anlamındadır. Yine Mevlâna’nın ifadesiyle:
    “Varlık aynası nedir? Yokluktur. Varlık, ancak yoklukta görülür. Nitekim zenginler, fukaraya ikramda bulunurlar”. (3)

    Doktor, şifaya muhtaç olanlarda hünerini gösterir. Terzi, biçimsiz kumaşlara şekil verir. Marangoz, kaba keresteleri mobilya haline getirir... Bütün bunlardaki yokluk ve noksaniyet, Sâni’in san’atına ayna olmalarını sağlamıştır. (4) Onun gibi, binbir isimle müsemma olan Cenab-ı Hakkın aynası, yokluk âlemidir. O, âlemi var edip, üzerinde nakışlarını göstermektedir.

    Varlık âlemine gelenlerin görevi ise, Allah’a ayine olmaktır. Mevlâna bunu şu kıssayla nazara verir: “Hz. Yusuf’a uzak diyardan bir dostu gelir. Hz. Yusuf sorar: Bize ne getirdin? Dostu cevap verir: Sana her ne getirsem zâid olacaktı. Düşündüm taşındım, sana bir ayna getirdim.” (5)

    İşte bunun gibi, herşey Allah’ın cemal ve kemaline aynadır. Onun emirlerine itaatle vazife görürler. Asla isyanları yoktur. “Rüzgar, toprak, su ve ateş, Allah’ın kulu ve mutiidir. Onlar, bana-sana karşı bîruh, fakat Allah’a karşı zîruhtur”. (6) Yani, bizim cansız gördüğümüz hava, toprak, su ve ateş, Allah’ın emir ve iradesi karşısında akıllı, ruhlu birer muhataptırlar. Ondan gelen emirleri dinler ve itaat ederler. Mesela, ateşin tabiatında yakıcılık vardır. Fakat Cenab-ı Haktan “Ey ateş, İbrahim’e soğuk ve selâmetli ol!” (Enbiya suresi, 69) emri gelince, ateş Hz. İbrahim’i yakmaz. Mevlâna, bu olaya telmihle, şöyle bir olay anlatır:
    Zalim bir hükümdar, Allah’a inanan insanları ateşe atar, fakat ateş onları yakmaz. Hükümdar, “Ey ateş niye yakmıyorsun?” der. Ateş, şu cevabı verir: “Ben bir köpek kadar da mı olamayacağım? Köpek, sahipleri geldiğinde onlara kuyruk sallar. Ama, yabancılar gelince, onlara diş gösterir. Sen gel, bak seni nasıl yakacağım!”
    İşte, toprak, su, hava, ateş, hepsi Allah’ın emriyle hareket ederler. (7)
    Bunlar böyle oldukları gibi, bu unsurlarla yaratılan şeyler de böyledir. Mesela “Şu ağaçlar, hâkil olan insanlar gibidir. Elleri mesabesinde olan dallarını topraktan dışarıya çıkarmışlardır. Ağaçlar, o dallarla halka doğru yüzlerce işaret ederler. Kulak verenler de, o işaretlerden hoşça ibareler anlarlar. Ağaçlar, yeşil bir dil ile ve uzun bir el ile toprağın kalbinden sır söylerler”. (8)

    Her bir varlık, bizi Allah’a ***üren bir elçi gibidir. Trafik işaretleri, anlayanlara sözsüz cümleler söyledikleri gibi, her bir şey dahi, dillerinden anlayanlara çok şeyler derler. Kur’ân-ı Kerîm, bütün mevcudatın Allah’ı tesbîh ettiğini bildirir (Hadîd suresi, 1). Güller Allah’ı tesbih ettiği gibi, bülbüller de eder. Kâinat, muhteşem bir senfonî orkestrası gibidir. En küçükten en büyüğe kadar her şey, bu orkestranın birer üyesidir. Her biri, kendine mahsus dillerle Allah’ı tesbih eder. Dinleyenleri, şu imkan âleminden vücub âlemine yöneltir.
    AlıntıAlıntı

  4. Teşekkür edenler:

    by_kernekli (3.03.2012) , himm (2.03.2012)

 

 

Benzer Konular

  1. niye ise yaramadi...
    Von asemo im Forum Şakalar ve Fıkralar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 10.06.2008, 10:14

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Page generated in 1.718.604.940.95637 seconds with 14 queries Sayfa Boyutu (184304)