EFENDİMİZİN BAŞKA ŞEHİR DEĞİL DE,
HUSUSİYLE İSTANBUL’UN FETHİNİ MÜJDELEMESİ VE BUNUN BİZİM DEDELERİMİZİN ELİYLE OLMASI NEYE BİNAENDİR? DÎNİ VE TARİHİ YÖNÜYLE İZAH EDER MİSİNİZ?

Efendimiz’in müjdesi sadece İstanbul’a mahsus değildir. Meselâ, Amr b. As’ın kurduğu “Fustat”a; Nâfi’nin inşa ettiği “Kayravan”a hatta “Vatikan”a dair de müjde ve işaretler vardır. Ayrıca Basra ile alâkalı rivayetler de mevcuddur. Bununla beraber İstanbul’un yeri bir ayrı ve İstanbul’un müjdesi bir başkadır. Söz konusu ihbar-ı Nebevi Ahmet bin Hanbel’in Müsned’i ve Hâkim’in Müstedrek’inde şu şekilde rivayet edilmektedir: (Le tüftehunnel Kostantiniyyeh fele ni’mel emiru emiruhâ ve le ni’mel ceyşû zelikel ceyşû) “İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan!. Ve onu fetheden ordu ne güzel ordudur!”

İstanbul, Müslümanların eline geçtikten sonradır ki, İslâm âlemi için çok büyük bir ehemmiyettir. Zira o, cihanın dört bir yanına giden fetih ordularının merkezi haline gelmiş.. Cihan devletine payitahtlık yapmış.. batı âlemine karşı İslâm âleminin önemli bir karakolu olmuş kutlu bir beldedir. Evet, Efendimiz’in müjdesine mazhariyeti, biraz da eda ettiği bu fonksiyonlardan ileri gelmektedir.

Bir devrede, bilhassa Raşid Halifeler döneminde Medine merkezdi. Fetih orduları sağa-sola hep Medine’den gönderilirdi. Evet, Medine, yıllar ve yıllar kendi özünde mayaladığı medeniyet, kültür ve devlet düşüncesinin bütün cihana yayılmasında hep birinci derecede bir merkez olarak kaldı.

Medine ma’nâ olarak bu mevkisinden hiçbir zaman düşmedi. Ancak fizîkî coğrafya değişip, gelişip büyüdükçe, devlette, merkezini başka yerlere taşımak zorunda kaldı. Önce Şam, sonrada Bağdat uzun süre bu vazifeyi ifa ettiler. Daha sonra ise İstanbul bu vazifeyi onlardan devraldı. Şimdi, Mekke, Medine, Şam ve Bağdat’ı koruma işi onun omuzlarındaydı. Hem de sadece muhafazası değil, bakım görümü de:

Her sene Sürre alayları İstanbul’dan hareket ediyor ve şehrin çıkışına kadar bizzat padişah tarafından hem de yaya olarak uğurlanıyor ve Hicaz insanına hedâyâ ve behâya taşınıyordu. Başta Nebi torunlarına, sahabe ahfadına ve daha sonra da bütün Medine fakirlerine dağıtılmak üzere gönderilen altın, gümüş, inci, mercan ve elmasların haddi hesabı yoktu. İstanbul her sene Peygamber köyüne, sahâbi beldelerine hizmet edebilmenin bütün hazzını bir talihlilik payesi olarak iliklerine kadar bir kere daha yaşıyordu.

Evet, işte onun ileride yapacağı bu büyük hizmet, asırlarca önce Allah Rasulü tarafından tebcil ediliyor ve hüsn-ü kabulle karşılanıyordu. Fetihten sonra sanki Medine ve İslâm’a payıtahtlık yapmış Şam ve Bağdat gibi beldeler, hayırlı ve sâlih bir evladın mürüvvetini, civanmertliğini gören ana-baba gibiydiler. Onlar böyle bir evlad yetiştirmiş olmanın İstanbul da onlara layık bir evlad olabilmenin hazzını paylaşıyorlardı. Medine’de doğup, Şam da, Bağdad’ta derinleşen İslâm nurunu, İstanbul, aşk-u şevk menşurundan ve yeni bir düşünce prizmasından geçirerek, o güne kadar henüz ulaşılamayan karanlık dünyalara aksettirmeye çalışıyordu.

Bu itibarla, Mekke ve Medine’nin kudsiyetleri müsellem olmakla beraber, İstanbul’un da, Mekke ve Medine’ye ve bütün İslâm alemine hizmet etmesi açısından, çok yönlü böyle bir büyüklüğü vardır.

Tarihte, yeni bir çağın açılması ve bir çağın kapanması, İstanbul’un fethiyle olmuştur. Avrupa’ya giden İslâm orduları, İstanbul’da hazırlanarak gitmişlerdir. Hatta bir-iki defa Bağdat bile İstanbul’dan fethedilmiştir. Son, Revan Seferi 4. Murat tarafından, İstanbul’dan giden bir ordu ile gerçekleştirilmiş ve bir kere daha Vahdet-i İslâmiye İstanbul vasıtasıyla temin edilmiştir. İstanbul bütün bunlarla çok uğurlu ve mübarek bir belde haline gelmiştir. Ve yine İstanbul, müslümanlar tarafından fethedilmeden önce, evvela Eba Eyyüb el-Ensari Hazretlerini bir misafir olarak kabul etmiş, bağrını ona açmıştır. Eba Eyyüb el-Ensari ki, Efendimiz’e mihmandarlık yapmış, O’nu misafir etmiş bir insandır. Kaderin cilvesine bakın ki, Medine’de Efendimiz’e mihmandarlık yapan bu insan, İstanbul’a gelmiş, gömülmüş; sonrada İstanbul ona mihmandarlık yapmaya başlamış.. Evet, Büyük Hünkar, İstanbul’u fetheder etmez, henüz Fatih camiini yapmadan, Ayasofya’yı camiye çevirmeden, İstanbul adına tasarladığı plânları ele almadan evvel, yanında ma’nâ gözü açık ve “Fekeşefnâ anke gıtâeke fe basarukel yevme hadid.” (Kaf, 50/22) sırrının dünyadaki temsilcilerinden Akşemseddin Hazretlerine, “Allah Rasûlü’nün Mihmandarı, Sahabe-i Güzinden, Eba Eyyub El-Ensâri Hazretlerini bana bul.” demiş.. O zat da keşfen, bulup çıkarmış.. sonra da yanıbaşına kendi ismiyle, hem İstanbul’un hem de bütün İslâm dünyasının en güzide ma’betlerinden biri inşâ ettirilmiştir.

Evet, bir yönüyle İstanbul, Efendimiz’e ait (s.a.v.) çok mühim bir emaneti bağrında saklamakta ve adetâ cihad adına gelen bu şanlı sahabi cihad şehrinin bir remzi olmaktadır. Büyük cihadlar umumiyetle İstanbul’dan şahlanan insanlarla gerçekleştirilmiş ve İstanbul merkezli nice fetihler görmüşüzdür. Evet, şayet üç Avrupa’da at oynatmışsak, bu Allah’ın lütfuyla İstanbul’dan yola çıkan ordularla, olmuştur. Bu mübarek ve uğurlu belde için “Beldetun tayyibetun” âyetinden de büyüklerimiz, ebced hesabıyla İstanbul’u çıkarmışlar ve ona “Tertemiz belde” demişlerdir. Gerçi, “Beldetün tayyibetün” daha evvel “San’a” için, buyurulmuş ama, böyle olması, Mekke’nin, Medine’nin de kasdedilmesine ve İstanbul’a işarette bulunulmasına mani değildir. Evet, “Beldetun Tayyibetun” “temiz belde”, sözü İstanbul’u da içine alabilir. İstanbul maddi-mânevî şirinliği, güzelliği ve evliyaların merkadlarını, hatta çok kimselerin makamlarını bağrında barındırmasıyla, gerçekten mübarek bir beldedir. İnşaallah hâlâ o mübarekiyetini devam ettiriyordur. Ettirmese bile, bir gün -İnşaallah- tam ma’nâsıyla arzu edilen o mübarekiyete yeniden ulaşacak ve orada Ruh-u Revan-ı Muhammedî hakiki ma’nâda yeniden esmeye ve dalgalanmaya başlayacaktır. Efendimiz zaten, İstanbul’un bir kere daha fethedileceğine işaret buyuruyor. Yani asırlardan beri kendinden, kendi ruhundan kaçan insanımızın, yeniden kendi özüne sahip çıkacağını, kendi ruhuyla bütünleşeceğini, kalp ve ruhun hayatına yükseleceğini, Allah ile münasebete geçeceğini, müjdeliyor. Ümid ediyoruz bu da olacak ve ikinci bir fetih mutlaka gerçekleşecektir. Efendimiz İstanbul’la Deccal’ın zuhûru arasında ciddi bir münasebet buluyor ve bu noktaya parmak basıyor. Vakti gelince o da görülüp müşahede edilecektir. Ve daha kimbilir nice sırlar içindir ki, Allah Rasûlü İstanbul’a hususi ma’nâda bir ilgi ve alâka göstermiş ve İstanbul’un fethini asırlarca önce müjdeleyip beşaret vermiştir!.