Miracýn sýrr-ý lüzumu
Meselâ, deniliyor ki: Cenâb-ý Hak 6
dir, herþeye herþeyden daha yakýndýr. Cisimden, mekândan münezzehtir. Her velî, kalbi içinde Onunla görüþebilir. Neden dolayý velâyet-i Ahmediye (a.s.m.), Miraç gibi uzun bir seyahatin neticesinden sonra, her velînin kendi kalbinde muvaffak olduðu münâcâta muvaffak oluyor?
Elcevap: Þu sýrr-ý gamýzý iki temsille fehme takrib ediyoruz. On Ýkinci Sözün sýrr-ý i'câz-ý Kur'ân ve sýrr-ý Miraç hakkýnda olan þu iki temsili dinle:
Birinci temsil: Bir sultanýn iki çeþit mükâlemesi, sohbeti, görüþmesi vardýr; iki tarzda hitabý, iltifatý vardýr:
Birisi, âmi bir raiyetiyle, cüz'î bir iþ için, hususî bir hacete dair, has bir telefonla sohbet etmektir.
Diðeri, saltanat-ý uzmâ ünvanýyla ve hilâfet-i kübrâ namýyla ve hâkimiyet-i âmme haysiyetiyle ve evâmirini etrafa neþir ve teþhir maksadýyla, o iþlerle alâkadar bir elçisiyle veya o evâmirle münasebettar büyük bir memuruyla konuþmaktýr, sohbet etmektir ve haþmetini izhar eden ulvî bir fermanla bir mükâlemedir.
Ýþte, ve lillâhi'l-meselü'l-a'lâ, þu temsil gibi, þu kâinat Hâlýkýnýn ve Mâlikü'l-Mülk ve'l-Melekûtun ve Hâkim-i Ezel ve Ebedin iki tarzda mükâlemesi, sohbeti, iltifatý vardýr: Biri cüz'î ve has, diðeri küllî ve âmm. Ýþte, Miraç, velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bütün velâyâtýn fevkinde bir külliyet, bir ulviyet suretinde bir tezahürüdür ki, bütün kâinatýn Rabbi ismiyle, bütün mevcudatýn Hâlýký ünvanýyla Cenâb-ý Hakkýn sohbetine ve münâcâtýna müþerrefiyettir.
Ýkinci temsil: Bir adam, elindeki bir aynayý güneþe karþý tutar. O ayna, kendi miktarýnca bir ýþýk ve yedi rengi hâvi bir ziyayý, bir aksi, þemsten alýr; onun nisbetinde güneþle münasebettar olur, sohbet eder. Ve o ýþýklý aynayý karanlýklý hanesine veya dam altýndaki küçük, hususî baðýna tevcih etse, güneþin kýymeti nisbetinde deðil, belki o aynanýn kabiliyeti miktarýnca istifade edebilir.
Diðeri ise, aynayý býrakýr, doðrudan doðruya güneþe karþý çýkar, haþmetini görür, azametini anlar. Sonra pek yüksek bir daða çýkar, güneþin pek geniþ þâþaa-i saltanatýný görür ve bizzat, perdesiz onunla görüþür. Sonra , hanesinden veya baðýnýn damýndan geniþ pencereler açar, gökteki güneþe karþý yollar yapar, hakikî güneþin daimî ziyasýyla sohbet eder, konuþur. Ve böylece, minnettârâne bir sohbet edebilir ve diyebilir: "Ey yeryüzünü ýþýðýyla yaldýzlayan ve zeminin veçhini ve bütün çiçeklerin yüzlerini güldüren dünya güzeli, gök nazdarý olan nazenin güneþ! Onlar gibi benim haneciðimi, bahçeciðimi ýsýndýrdýn ve ýþýklandýrdýn-bütün dünyayý ýþýklandýrdýðýn ve yeryüzünü ýsýndýrdýðýn gibi." Halbuki, evvelki ayna sahibi böyle diyemez. O ayna kaydý altýnda güneþin aksi ise, âsârý mahduttur, o kayda göredir.
Ýþte, Þems-i Ezel ve Ebed Sultaný olan Zât-ý Ehad ve Samedin tecellîsi, mahiyet-i insaniyeye, hadsiz merâtibi tazammun eden iki suretle tezahür eder:
Birincisi: Âyine-i kalbe uzanan bir nisbet-i Rabbâniye ile bir tezahürdür ki, herkes istidadýna ve tayy-ý merâtipte seyr ü sülûküne, esmâ ve sýfâtýn tecelliyâtýna nisbeten cüz'î ve küllî o Þems-i Ezelînin nuruna ve sohbetine ve münâcâtýna mazhariyeti var. Galip esmâ ve sýfâtýn zýlâlinde giden velâyetlerin derecâtý bu kýsýmdan ileri gelir.
Ýkincisi: Ýnsanýn câmiiyeti ve þecere-i kâinatýn en münevver meyvesi olduðundan, bütün kâinatta cilveleri tezahür eden Esmâ-i Hüsnâyý birden âyine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle, Cenâb-ý Hak, tecellî-i zâtýyla ve Esmâ-i Hüsnânýn âzamî mertebede nev-i insanýn mânen en âzam bir ferdine tecellî-i âzam tezahür eder ki, bu tezahür ve tecellî, Mirac-ý Ahmedî (a.s.m.) sýrrýdýr ki, onun velâyeti, risaletine mebde olur.
Velâyet ki, zýllden geçer, ikinci temsilin birinci adamýna benzer. Risalette zýll yoktur; doðrudan doðruya Zât-ý Zülcelâlin ehadiyetine bakar, ikinci temsilin ikinci adamýna benzer. Miraç ise, velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) keramet-i kübrâsý, hem mertebe-i ulyâsý olduðundan, risalet mertebesine inkýlâb etmiþ. Miracýn bâtýný velâyettir; halktan Hakka gitmiþ. Zâhir-i Miraç risalettir; Haktan halka geliyor. Velâyet, kurbiyet merâtibinde sülûktür; çok merâtibin tayyýna ve bir derece zamana muhtaçtýr. Nur-u âzam olan risalet ise, akrebiyet-i Ýlâhiyenin inkiþafý sýrrýna bakar ki, bir ân-ý seyyale kâfidir. Onun için hadiste denilmiþ: "Bir anda dönmüþ, gelmiþ."
Þimdi, makam-ý istimâda bulunan mülhide deriz ki: Madem bu kâinat gayet muntazam bir memleket, gayet muhteþem bir þehir, gayet müzeyyen bir saray hükmündedir. Elbette onun bir hâkimi, bir mâliki, bir ustasý vardýr.
Madem böyle haþmetli bir Mâlik-i Zülcelâl, bir Hâkim-i Zülkemâl, bir Sâni-i Zülcemâl vardýr. Hem madem umum o âleme, o memlekete, o þehre, o saraya alâkadarlýk gösteren ve havas ve duygularýyla umumuna münasebettar ve nazarý küllî olan bir insan vardýr. Elbette o Sâni-i Muhteþem, o küllî nazarlý ve umumî þuurlu olan insan ile ulvî, âzamî bir münasebeti bulunacaktýr ve ona kudsî bir hitabý ve âli bir teveccühü olacaktýr.
Hem madem Âdem Aleyhisselâmdan þimdiye kadar þu münasebete mazhar olanlarýn içinde, âsârýnýn þehadetiyle, yani küre-i arzýn nýsfýný ve nev-i beþerin humsunu daire-i tasarrufuna aldýðý ve kâinatýn þekl-i mânevîsini deðiþtirdiði, ýþýklandýrdýðý gibi, en âzamî bir mertebede o münasebeti Muhammed-i Arabî Aleyhissalatü Vesselâm göstermiþtir. Öyleyse, o münasebetin en âzamî bir mertebesinden ibaret olan Miraç, ona elyak ve ona evfaktýr.
Paylaþ