Yoklarla çepeçevre sarýldýðýný düþünen bir dertlinin gönül ýzdýrabý.. Soru deðil, bir bakýma hepimize ait bir vak’a raporu.. Bir büyük þöyle der ve bu sözlerini sýkça tekrar ederdi:

“Ne ilmim var ne âmâlim
Ne hayr u tâata kaldý mecalim
Garîk-i isyaným çoktur vebalim
Acep rûz-ý mahþerde n’ola halim.”

Gözyaþlarý, ihlaslý ve samimi insanlar için, baþka bir ifadeyle, daima ciðeri ve baðrý yanan insanlar için bir boþalma ameliyesidir. Âdeta, sînesinde cehennem korlarý ve içi cayýr cayýr yanarken, onun duygularý dýþa, göz yaþý þeklinde dökülür. Onun içindir ki, Allah Rasulü tarafýndan, cehennemle göz yaþý arasýnda bir muvazene kurulmuþtur. Cehennem kývýlcýmlarýnýn mahþerde insanlarý kovaladýðý zaman, Cibril elinde bir bardak su ile görünür. Ve Allah Rasulü ona sorar: “Elindeki nedir?” Cibril’in cevabý þu olur: “Mü’minlerin göz yaþý.. cehennemi söndürsün diye!”..

Baþka bir hadîslerinde bu muvazeneyi þu sözleriyle ifade ederler.. “Ýki göz cehennem ateþi görmez: Düþmana karþý nöbet bekleyen ve Allah (c.c.) korkusundan aðlayan gözler”. Evet, Cehennemin korkunç kývýlcýmlarýný söndürecek ancak göz yaþýdýr.

Allah Rasulü bu ve benzeri hadîsleriyle, dýþa karþý mücadele ve mücahede eden insanýn bu durumuyla,içe karþý mücadele yapan ve nefsiyle yaka paça olan, bu yüzden de göz yaþý döken insanýn amelini ayný mütalaa ediyor.

Kur’ân-ý Kerim, aðlayan insanlarýn durumunu bir ibret vesilesi olarak nakleder. Ayrýca, az gülüp çok aðlamayý, kazanýlan günahlar karþýsýnda iki büklüm olmayý emreden nice âyetler vardýr.

Ruh inceliðinin þâhidi durumunda olan göz yaþýnýn her damlasý, bir rikkat ürpertisidir ki, Cennetteki kevserlere denk kýymete sahiptir. Göz yaþýnýn kurumasý cidden acýnacak bir zavallýlýk örneðidir. Allah Rasûlü, þeytandan sýðýndýðý gibi, kurumuþ gözden Allah (c.c.)’a sýðýnmaktadýr.

Keþke her mü’min kendini sýký bir kontroldan geçirip, bu acý hakikatý itiraf ederek þöyle diyebilseydi: Ne ilmim var, ne âmâlim; ne hayr u tâata kaldý mecâlim. Ne gözümde yaþ, ne de yürekte dermaným. Ve ne de irade de ferim...

Ve yine, keþke her mü’min kendini þuna ikna edebilseydi: Ben bir hiçim. Eðer Cenab-ý Hakk (c.c.)’ýn bir kýsým lütuflarýna mazhar olmuþsam, bunlar benim liyakatýmdan deðil, aksine muhtaç oluþumdandýr. Benim bu müflis hâlim Cenab-ý Hakk (c.c.)’ýn rahmetini ihtizaza getiriyor ve bütün bu lütuflar da onun için geliyor.

Ýnsanýn kusurlarýndan sýyrýlmasýnýn ilk yolu, kusurun kusur olarak bilinmesidir. Bu bilmeyi daima bir ürperti takip etmelidir ki, insan kusurlarýndan kurtulmayý becerebilsin.

Îmâna ait mes’eleleri sevmek.. küfür, isyan ve günahtan nefret etmek, Cenâb-ý Hakk (c.c.)’ýn insanlara ve bilhassa mü’minlere verdiði en büyük nimetlerdendir. Bu sayede insan imanda ve insan olmada zirveye doðru týrmanýr ve onu aþaðýya doðru çekmek isteyen her türlü engel ve engebeden kurtulur. Âyette bu husus bir nimet olarak þöyle anlatýlýr: “Fakat Allah (c.c.) size imaný sevdirmiþ; ve onu kalplerinize zînet yapmýþtýr. Küfrü, fýský ve isyaný da size çirkin göstermiþtir. Ýþte doðru yolda olanlar bunlardýr. Bu Allah (c.c.)’dan bir lütuf ve nimetdir. Allah (c.c.) Alîmdir, Hakîmdir” (Hucurat, 49/7-8).

Allah (c.c.) inananlara imaný sevdirmiþ ve kalplerinde imaný süslü göstermiþtir. Onlar iman adesesiyle baktýklarýndan dolayý, sanki Cenneti, hurileri ve hepsinin ötesinde Cenab-ý Hakk (c.c.)’ýn cemalini görüyor gibidirler.

Eðer âyetteki ifadelere muhatap sahabî ise, zaten onlarda bu hâl deðiþmeyen karakter haline gelmiþdi. Onlar îmana ait bütün mes’eleleri, ibâdete müteallik bütün hükümleri, delicesine seviyor; küfürden ve küfre ***üren þeylerden de alabildiðine nefret ediyorlardý. Onlar imanlarý sayesinde daha dünyada iken Cennete girmiþ ve Cennet ikliminde yaþamaya baþlamýþlardý bile.. onlar için tekrar küfre dönmek ise, Cehennemde cayýr cayýr yanmayý Cennette reftâre dolaþmaya tercih etmek olurdu. Ýþte onlar bu sayede rüþde erenlerden olmuþlardý. Ve bu da, Rabb’in büyük ihsan ve lütuflarý arasýnda sayýlmasý gereken nimetlerdendi...

Evet, biraz evvel de ifade ettiðimiz gibi, insan kusurlarýný hissedebiliyor ve onlarý görüyorsa, hatalardan sýyrýlma adýna ilk adýmý atmýþ demektir. Ve eðer insan kendini kusursuz görüyor ve müslümanlýk adýna, yapýlmasý lazým gelen her þeyi tam ve eksiksiz yaptýðý zan ve kanaatýný taþýyorsa, o da yavaþ yavaþ batýyor demektir.

Ýmam Kastalânî, ondört kadar sahâbînin, nifaktan tir tir titrediðini ve münafýklar listesine kaydolup olmadýklarý hakkýnda ciddi endiþe taþýdýklarýný nakleder. Bu endiþe ve korku onlardaki imanýn ayrý bir buuda ulaþtýðýnýn alâmetidir. Onlar arasýnda Hz. Ömer ve Hz. Aiþe validemiz gibi sürekli zirvelerde dolaþan insanlar da vardýr.

Hz. Ömer Cennetle müjdelenmiþti, fakat bir türlü kendinden emin olamýyordu O Büyük Ýnsan. Allah Rasulü’nün: “Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer olurdu” takdiriyle serfiraz olmasýna raðmen, gidip Huzeyfe’nin yakasýndan tutuyor ve “Huzeyfe, Allah (c.c.) aþkýna söyle, Ömer de münafýklardan mý?” diyordu..

Hz. Aiþe Hâne-i saadete girdiðinde, belki rüþdünü yeni idrak ediyordu. Erkek olarak Allah Rasulü’nden baþka kimseyi görmemiþ ve tanýmamýþtý. Günah onun ruhuna hiçbir zaman misafir olmadý. Hayaline Efendimiz (s.a.v.) den baþka bir insan da girmemiþdi. O Allah Rasulü ki, O’nun silüetinde daima Hakk (c.c.) mütecelli idi. Demek ki o müstesna kadýn Hakk (c.c.)’ýn tecellisinden baþka bir yere bakmamýþ ve Hakk (c.c.) ’la bu denli bütünleþmiþti. Mir’atý Muhammed’de daima Hakk (c.c.)’ý müþahede ediyor ve düþüncesiyle ötelerin yamaçlarýnda geziyordu. Gözü-gönlü itminan içinde ve doygundu. Bulunduðu eve saðnak saðnak vahiy yaðýyor; zaten ilham yüklü bulutlar çatýdan hiç mi hiç eksik olmuyordu. Yusuf’un güzellik dileneceði bir Efendiye sahipti ve birgün bunu ifade etmiþti. “Mýsýr kadýnlarý Yusuf’u görünce ellerini kestiler; eðer benim Efendim’i görselerdi ellerindeki býçaklarý kalblerine sap-larlardý.” Ýbadetteki hassasiyeti ise herkesce müsellemdi. O’nun bir vakit namaz veya bir günlük oruç-kadýnlýk hallerinin dýþýnda-borcu yoktu. Ve bütün bunlarýn yanýnda o, Allah Rasulü’nün en çok sevdiði insan olma pâyesine ulaþmýþtý. Þimdi bütün bu dediklerimizi ve daha yüzlerce denebilecek þeyi bir araya getirin.. Hz. Aiþe validemizin büyüklüðünü anlamaya çalýþýn. Sonra da þu tabloya ibretle bakýn: Aðlýyordu. Hýçkýrýklarý düðüm düðümdü gýrtlaðýnda.. Allah Rasulü sordu: “Aiþe seni aðlatan nedir?” Cevab verdi: “Ya Rasulallah, biraz evvel, Ve in minküm illâ vâridühâ-ister istemez hepiniz Cehenneme uðrayacaksýnýz’ âyetini okudum. Ve onun için göz yaþlarýmý tutamadým.” Ve sözlerine devam ediyor: “Acaba o gün ehlinizi hatýrlar mýsýnýz?” Allah Rasulü cevap veriyor: “Üç yer var ki, orada kimseyi hatýrlayamam. Sýratta, mîzanda ve defterlerin herkese verildiði anda; evet, buralarda kimseyi hatýrlayamam..!”

Ýþte kendisinden þefaat ümit ettiðimiz, anamýz Hz. Aiþe, böyle bir endiþeyle yaþýyor ve acaba ben münafýk mýyým, kuþkusunu içinden bir türlü çýkarýp atamýyordu..!

Bir insanýn kusurunu bilmesi kadar büyük irfan olmaz. Kusurunu itiraf edeni müjdelemeli ki, bu haliyle o kurtuluþa doðru ilk ve en çalýmlý adýmýný atmýþtýr.

Sýyam, kýyam, gönül heyecaný ve göz yaþý denilen þeyler insanýn mânevî hayatýný kurup inþa edeceði esaslardýr. Elbette bunlara ilave edilecek hususlar da vardýr. Meselâ insanýn malýyla fedakarlýk yapmasý, günümüzde farzlar ötesi farz durumunda olan cihadda bulunmasý gibi mes’eleler, mânevî çatýnýn vazgeçilmez rükünleridir.

Bunlardan biri eksik olursa, insan, namazýn rükünlerinden birini eksik yapmýþ gibi, Cenab-ý Hakk (c.c.)’ýn rahmetiyle rezonans olamaz. Rabbimizin rahmetiyle tam temasa geçmemiz ve ayný frekanstaki alýcý verici durumunu elde edebilmemiz için, O’nun bize, ferdî, ailevî ve cemiyet hayatýmýza dair teklif ettiði bütün emirlerini arýzasýz ve kusursuz yerine getirmemiz icab etmektedir. Aynen bunlar, bir kilidin içine giren anahtarýn dili gibidir. Diþlerden bir tanesinde herhangi bir arýza, bir bozukluk bulunsa, diðer bütünü uysa ve tutsa bile kapýyý açamazsýnýz. Ne olursa olsun, mükellefe düþen þey “kilide göre anahtar” deyip, sebepler planýnda sorumluluklarýný kusursuz yerine getirmektir.

Aslýnda kulluðun ma’nâsý da budur. Evet, kulluk bir ýsrar ve kapýda durup beklemedir. Kul kapýda duracak, belki de bir ömür boyu kapýnýn açýlmasýný bekleyecek; fakat hiçbir zaman kapýyý terketmeyecektir. Hem de ilk günkü iþtiyaký hiç eksilmeden, ülfet ve alýþkanlýklar aþkýný, þevkini alýp ***ürmeden, ibâdetleri ruhsuz birer cimnastik haline getirmeden.. ilk günkü tazelik, ilk günkü havf ve reca ile dopdolu olarak zamanla yarýþmak, iþte gerçek kulluk! Kur’ân’ýn âyetleri bize bunu öðretiyor: “Ýman edenlerin Allah (c.c.)’ý anma ve O’ndan inen gerçek için kalblerinin saygýyla yumuþama zamaný daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasýnlar. Onlarýn üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katýlaþtý. Onlardan bir çoðu yoldan çýkmýþ kimselerdir” (Hadid, 57/16).

Bu âyetin ilk muhatabý durumunda olan sahabenin, her an yenilenen atmosferini ve her defasýnda sanki gökten mânevî birer sofra inmiþ gibi, hep ter-ü taze þeylerle yüzyüze gelmelerini, bunun ruhlarda hasýl edeceði deðiþiklik ve metafizik gerilimi de nazara alarak bu ifadeye muhatap olmalarý düþünülürse, âyetin bize hitap etme yönü daha iyi anlaþýlmýþ olacaktýr.

Zira onlarý ülfete ***ürecek þartlar henüz tamamlanmýþ deðildi. Durmadan yeni âyetler nazil oluyordu. Ve onlar, Ýslâm adýna herþeyi orijinalitesiyle yaþýyorlardý. Meselâ bir gün ezan sesini ilk defa duyuyor, onun heyecan verici nefesiyle camiye koþuyorlardý. Bir baþka gün Allah Rasûlü onlara yeni bir tesbih ve dua öðretiyor; bu sefer de zindeliklerini onunla sürdürüyorlardý...

Buna raðmen, yine de âyet onlarý ikaz ediyor ve onlardan kalb heyecaný ve gözyaþý istiyordu.

Eðer heyecanlarýmýz, iç burkuntularýmýz ve göz yaþlarýmýz, Kur’ân’ýn talep ettiði ölçüde ve onun istediði keyfiyette deðilse, bizim kendi kendimizi kýnamamýzdan ve levmetmemizden daha normal ne olabilir ki?

Evet, boyunduruðun yere konduðu þu dönemde, din-i mübin-i Ýslâm’ý i’lâ etmek için koþup cihad etmiyor veya edemiyorsak; küfrün savleti altýnda ezildiðimiz bir dönemde, hakký batýlýn satvetinden kurtarmak için uykularýmýz kaçmýyor ve ciddi bir ýzdýrap duymuyorsak, kýnanacak birisi varsa o da biziz. Ve bu mevzûda herkes kendini ayýplamalý ve kendine levmetmelidir.

Biz bu kapýnýn azat kabul etmez köleleriyiz. Hizmet kapýsýndan asla ayrýlamayýz. Zaten gidecek baþka kapý mý var ki ayrýlýp oraya gidelim? Sonuna kadar diretecek ve asla bu kapýnýn eþiðinden yüz çevirmeyeceðiz.

Allah (c.c.)’ýn veli kullarýndan biri, senelerce Rabb’e kullukta bulunur. Nice müridler yetiþtirir. Yetiþtirdiði her müridin bir gün gelir ki gözünden perde açýlýr ve þeyhinin durumunu müþahede eder. Ne acýdýr ki Levh-i Mahfuzda þeyhleri “Þakî olarak” yazýlmaktadýr. Bir bir onu terkederler. Sonunda sadece sadýk bir mürid kalýr. Durumu çok iyi bilen; fakat bir ders daha vermek için sabýrla olanlarý seyreden þeyh bu müride sorar: “Arkadaþlarýn niçin dergâhý terkettiler; artýk gelmiyorlar.” Mürid, utanarak, hicab ederek cevab verir: “Efendim, der. Sizi þaki olarak gördüler ve onun için halkayý terkettiler.” Þeyhin dudaklarýnda buruk bir tebessüm belirir. “Yavrum, der, ben onlarýn daha henüz gördüklerini kýrk seneden beri görmekteyim. Ama baþka kapý mý var ki oraya gideyim?” Þeyhin bu sözü semayý ihtizaza getirir. Levha birden deðiþmiþtir. Þimdi o, elden ele bir gül gibi koklanan bir mutlu ve bir saiddir. Sahâbîden sonraki devirlerde, toprak öyle münbit ve verimli hâle getirilmiþtir ki, binlerce Allah (c.c.) dostu, Hakk (c.c.) yârâný yetiþmiþtir. Ve bunlardan hiçbiri o kapýyý terketmemiþtir. Bak onlardan biri, Ýbrahim b. Edhem hazretleri ne diyor:

“Ýlâhî isyankâr kulun Sana geldi ve hep Sana gelir
Günahlarýný itiraf eder ve Sana yalvarýr
Affedersen bu Sen’in þanýndýr, Sana yakýþýr
Kovarsan, beni Sen’den baþka kim affedebilir?”

Riya endiþesi, eskiden beri en büyük zâtlarýn da, içlerinden atamadýklarý bir endiþedir. Elbetteki onlarýn riya anlayýþý bizimkilerden çok farklýydý ama, yine de o endiþe vardý. Bundan kurtulmanýn belli yollarý vardýr: Evvela, yaptýðýmýz her iþe Rabbimiz muttali olduðunu ve içimizden geçenler dahil bütün amel, fiil ve düþüncelerimizin Cenab-ý Hakk (c.c.) tarafýndan bilindiðini hiç bir zaman unutmamalý ve daima her hareketimizi bizzat O’nun murakabesi altýnda yapýyor gibi yapmalýyýz. Ayrýca, kalbimize hüþyarlýk kazandýracak evrad, ezkar ve kitaplarý her an mütalâadan uzak kalmamak, bizi neticeye ***ürücü çareler arasýnda deðerlendirilebilir.

Baþka bir soruya cevap faslýnda, arîz ve amîk anlatýlmýþ olan bu hususu oraya havale edip kýsa kesiyorum.