İKİ ÜLKE ARASINDA GECEN ÖMÜRLER GURBETCİLER-I
Kaderin kendilerini bir şekilde memleketlerinden kilometrelerce uzağa savurduğu gurbetçiler, çoğu zaman filmlerimizin mizah konusu olmuştur. Oysa ne yaşadıkları yere, ne de memleketlerine tam olarak ait olabilen bu insanlarımızın içinde bulundukları şartlar, mizahtan çok yüklü bir dram barındırıyor.
Bilindiği üzere yıllar önce gençlerin ekmek parası kazanmak, fakirlikten kurtulmak amacıyla işçi olarak göçmesiyle başlıyor gurbet hikayeleri. Genellikle de aldığı radyonun borcunu ödemek, köyüne iki göz ev yaptırmak, evine koltuk almak gibi basit sebep ve niyetlerle başlamış oluyor bu yolculuklar.
İLKLER HEP COK ZORDUR
İlk zamanlar çok zor şartlar, kötü evler ve dil bilmemenin şaşkınlığı içinde bocalayıp durur gurbetçiler. Şaşkınlığın üzerine bir de tecrübesizliklerinden yararlanan art niyetlilerin yaptıkları eklenince, büyük bir hayat mücadelesinin içine girerler. Uzun mesaili ve yorucu işlerden sonra evine dönen gurbetçi Türklerin yaşadıkları yalnızlık ve ağır iş şartları bedenden ziyade zihinde ağır hasar oluşturur. Bu şaşkınlık arasında bir de küçük yaşta evliliğin yükünü alan bu insanlar kelimenin en hafifiyle feleğini şaşırmıştır. Bir süre sonra bu şaşkınlık oldukça vahim örneklerle kendini gösterebilir. Parayı ve fırsatı bulan erkeklerin önemli bir kısmı kendilerini içki ve eğlence alemlerine verir. Kimi meraktan, kimi gurbet çektiğinden, kimi de arkadaşlarından eksik kalmamak için birer birer girer bu yola.
Bu sırada evdeki kadının durumu dışarıdaki adamdan farklı değildir. Dil bilmeyen, iz bilmeyen, yol bilmeyen kadınlar, bu şaşkınlığın üstüne bir de çok küçük yaşta anne olmuşlardır. Önemli bir kısmı dil bilmediklerinden tüm hayatları kendi evlerinden ibarettir. Ne içlerini dökecek arkadaşları ne de özlemlerini giderecek akrabaları vardır. Vatan hasreti de sinede bir yüktür. Tüm bunların yanında ailevi problemler de ilk kuşak gurbetçi kadınların yaşama sevgisini yitirmesine sebep olmuştur. Sokağa çıksa dil bilmeyen, komşuya gitse tek odalı evlerde oturacak yer bulamayan kadınlar zamanla birer temizlik hastası haline gelirler. Sonuç olarak neresinden bakılırsa bakılsın bir şaşkınlık hikâyesidir Türklerin yurtdışına göçü.
ARTIK MAHALLE BASKISI DA YOK
Türkiye’den herhangi bir din eğitimi almadan ve kültürel birikimi olmadan gelen Türkler, yaşadıkları ortamın zararlı yönlerine adeta hazırlıksız yakalanmışlar, ne yapacaklarını bilememişler ve bu şaşkınlığın sonucu olarak da büyük bir boşluğa düşmüşlerdir. Yaşanılan ortamın Türk örf, adet ve inançlarına tamamen ters düşen pek çok şeyi barındırması, gayri ahlâki yaşantının hayli kolay ulaşılır olması, Türklerin hem ahlâki çöküşlerini hızlandırmış hem de ailelerin çözülmesine sebep olmuştur. Diğer yandan sosyal baskı, birilerinin tabiriyle “mahalle baskısı” da ortadan kalkmıştır artık. Türk adetlerine göre çok ayıp bir şey de yapılsa da “Allah’tan kork; kuldan utan” diyen olmamaktadır. Bu bananeci tavır ise ahlâki dejenerasyonun hızını bir kat daha artırmıştır.
GELENEKLERİMİZ HAYATIN SELİNE KAPILIP GİDİYOR
Yabancı kültürün etkisi sadece ahlâki konularla sınırlı kalmıyor elbette. Sosyal yaşantının her boyutunda kendini gösteriyor. Mesela bayramlar pek yaşanmıyor. Bayramlarda herkes birkaç akrabası ve arkadaşıyla görüşüyor. Geçmişte yaşadıkları olumsuz şeylerden dolayı insanlar birbirinden kaçıyor ve korkuyor. Evlerin darlığı ve yaşam şartlarının zorluğu da bu asosyal yaşantıyı körüklüyor. Çalışanlar ve öğrenciler dini bayramlarda yalnız bir gün izin kullanabiliyorlar. Bazı çalışanlar bir gün dahi izin alamıyorlar. Bu da bayram ziyaretlerinin kısalmasına ve daralmasına sebep oluyor. Geleneklerimizi yaşatmaya çalışsak ta, hayatın seline kapılıp gidiyor.
BEN KİMİM?
Batı kültüründe etkin olan birey merkezli hayat anlayışı özellikle üçüncü kuşakta belirgin şekilde görülüyor. Türk gençler ben merkezli yetişiyor. Genelde yakın arkadaş edinmiyorlar. Herkes kendi akrabasıyla görüşüyor. Zaman zaman okullarında yabancı oldukları için olumsuz tavırlar ve sözlerle karsılaşabiliyorlar. Bu da onlarda özgüven eksikliğine neden oluyor. Bazı öğretmenlerin İslam’a karşı alaycı ifadeler kullanması, İslam inançları ve kuralları konusunda eleştiriler yapması, gençlerin hem zihinlerini bulandırıyor hem de bu dışlama politikası onları hırçınlaştırıyor. Nerede ne kadar Türk, nerede ne kadar batılı olacağını kestiremeyen Türk gençleri, ciddi kimlik bunalımı yaşıyor. İlk kuşaklar genelde Türk kimliğini korumak amacıyla mutaassıp tavır içine girerken, yeni nesil batı vatandaşı kimliğini Türk kimliğinin üstünde tutmakta, hatta Türk kültürüne karşı alaycı ve umarsız bir tavır içine girmekte.
AİLESİNİ BEĞENMEYENE DEVLET DESTEĞİ
Okul, aile ve çevre üçgeninde sıkışan gençler; ailelerinden iyi bir eğitim alamadıkları için dışarının büyülü dünyasına kendilerini kolayca kaptırmaktalar. Avrupa’da okullarda ilkokul dördüncü sınıftan itibaren cinsel bilgi verilmekte ve çocukların önemli bir kısmı 11-12 yaşında öğrendiklerini denemeye kalkmakta. Böyle bir ortamda büyüyen Türk çocukları aileden kuvvetli bir destek, ilgi ve sevgi göremezse dışarıda gördükleri gibi yaşamak istemektedir. Aileden ayrılmak isteyen gençlerin devlet tarafından desteklenmesi, hem aileden kopmalarını hem de gayri ahlâki bir yaşantı sürmesini kolaylaştırmakta. Bu yaşantı ne yazık ki Türkler arasında o derece yaygın ki, artık duruma tepki bile göstermiyor, adeta doğal karşılıyorlar. En dindar ve bilinçli ailelerde bile bu yaşantının içine girenler var.
Paylaş